Allah-u Teâlâ’nın sıfatları sonsuzdur. Fakat Allah’a iman konusu incelenirken, öğrenilmesi gereken bazı temel sıfatlar vardır ki, bunlara “Ulûhiyet Sıfatları” denilmektedir. Ulûhiyet sıfatları İslam âlimleri ve mutasavvıflar tarafından değişik şekillerde tasnif edilmişse de, bunların hepsi esasta aynıdır. Burada Selbi (Zâti) sıfatlar (6 adet), Sübûti sıfatlar (7  adet)  ve bir de Tekvin (yaratma) sıfatı  kısaca açıklanacaktır. Tekvin sıfatı birçok ilmihalde Sübûti sıfatlar başlığı altında anlatılmıştır.

Şu noktayı öncelikle ifade etmek gerekir ki, Allah-u Teâlâ‘nın Zâtı, diğer varlıkların zâtına benzemediği gibi, sıfatları da diğer yaratıkların sıfatlarına benzemez. Allah’ın sıfatları kendi Mukaddes Zâtının gereğidir. Eksiklikleri, noksanlıkları, yenilenmeleri, değişmeleri söz konusu değildir. Allah-u Teâlâ’nın sıfatları mutlak ve nihayetsizdir. Kayıt, sınır, had, hudut, son kabul etmezler. Kayıtsız, şartsız,  sonsuz mükemmellikte, eksiksiz ve kemâl-i  mutlaka hâlindedirler. O’nun yüce sıfatları kadimdir, ezelidir, evveli yoktur. Ne isim ve ne de sıfatlarında sonradan meydana gelme diye birşey yoktur. Ebedidir, bir son, bitiş kabul etmezler. Bütün kâinatı ihata etmişlerdir (kapsamışlardır).  Hiçbir şey sıfatların kapsam alanı dışında kalmaz.

Selbi ( Zâti, Tenzihi ) Sıfatlar

Selbi (Zâti) sıfatlar sadece Allah Teâlâ’nın zâtına mahsus olan, başkasına verilemesi câiz ve mümkün olmayan sıfatlardır. Selb etme’nin lügat anlamı çekip kendine almak,  kendine hasr etmek (başka yerde olmaması) demektir. Bu sıfatlara  selbiye denilmesi, bunların Allah-u Teâlâ  hz.lerine mahsus ve mahlukâttan selbedilmiş olması, yani bu sıfatların sırf Hak Teâlâ  hz.lerine mahsus olup, mahlukâtta kati’yen olmaması yüzündendir. Bu sıfatlar Allah-u Teâlâ’nın sırf zâtına mahsustur, bunlar mahlukâtta yoktur. Keza  bu sıfatların zıdları da yüce Allah c.c  hakkında düşünülemez.  Misal: Kıdem, yani ezeli olma sıfatı Hak’da vardır,  mahlukâtta  yoktur. Kıdem’in zıddı olan Hudûs, yani sonradan olmak ise mahlukâtta vardır, Cenâb-ı Hak’da yoktur.  Selbi sıfatlar sırf Hakka mahsus olduklarından  Tenzihi veya Zâti sıfatlar olarak da isimlendirilmektedir. Bu sıfatlar şunlardır:

Vücûd: “Var olmak“ demektir. Vücûdun zıddı olan yokluk Allah hakkında düşünülemez. Allah Teâlâ’nın varlığı hakkında sayısız deliller vardır. İnanma niyetinde ve düşüncesinde olan bir insan,  kâinata ibret nazarlarıyla bakıp aklını iyi kullandığı takdirde gördüğü her şey ile Allah’ın varlığını anlayabilir. Çünkü her şey O’nun varlığına bir delildir; lisan-ı hâl ile O’nun varlığını dile getirmektedir.

Allah-u Teâlâ “Vâcib-ül Vücûd” dur. Vâcib; lâzım, gerekli, zorunlu gibi mânaları ihtiva eden Arapça bir kelimedir. Vacibü’l vücûd demek, varlığı kendisinden olup, varlığında başka bir var ediciye muhtaç olmayan ve yokluğunun  düşünülmesi mümkün dahi  olmayan zât demektir. Yâni,  Allah-u Teâlâ’nın varlığı mutlaktır, O’nun olmaması düşünülemez.  O daima mevcûd olup, kendi Zâtıyla kâimdir.  Gerçek ve mutlak olarak var olan sadece O’dur.   O’nun varlığı başkasından değildir, zâtının gereğidir. O’ndan başka herşey (yani tüm Evren) ise, O’nun varlığı ile var görünür,  O’nun yaratması ile  ademden vücuda (yokluktan varlığa) gelmiştir. Allah Sübhânehu ve Teâla ezelde var idi, beraberinde mevcûdattan hiç bir şey yoktu.

Kıdem: “Ezeli olmak, başlangıcı olmamak” demektir. Allah Teâlâ, kadimdir, ezelidir. Varlığının başlangıcı yoktur , ne kadar geriye gidersek gidelim, O’nun olmadığı bir zamanı düşünmek mümkün değildir. Oysa, içinde yaşadığımız bu âlem hâdistir (sonradan meydana gelmiştir),  yani  bir zamanlar yok iken sonradan var olmuştur. Nitekim, günümüz bilimi Evren’in bundan yaklaşık  13,7 milyar yıl önce  toplu iğne başından daha küçük bir noktadan  “Büyük Patlama“ ile yaratıldığını söylemektedir. O halde, Evren ezelden beri var olan bir muhdis’e (var eden’e)  muhtaçtır. O muhdis de  Allah-u Teâlâdır.  Nitekim:

“ Allah her şeyin yaratıcısıdır  ”                      (Zümer  sûresi, ayet  62)  ve

“ Muhakkak ki Rabbiniz yerleri ve gökleri altı günde (devirde)  yaratandır… ”        (Yunus  sûresi, ayet 3 ve  Araf  suresi, ayet 54)

ve benzeri âyetler ile bu husus beyan edilmiştir. Âlemin kadim (ezelden beri)  olduğunu söyleyen kâfir olur çünkü Kıdem sıfatı sadece Allah-u Teâlâ’ya mahsustur.

Neyin önü -evveli varsa, onun sonu- âhiri de vardır. Dolayısıyla bu Evren’in de bir gün sonu olacaktır.  Oysa, varlığı vâcib olan ve evveli olmayan Allah-u Teâlâ’ya yokluğun gelmesi mümkün değildir.  Çünkü kadîm (ezeli) olana yokluğun gelmesi düşünülemez. Öyle ise  Allah-u Teâlânın ezeli ve ebedi olması lâzımdır.  O, varlığının evveli olmamak üzere kadim, varlığının sonu olmamak üzere bâkidir. Yani,  Allah-u Teâlâ hakkında bekânın manası, ebediyette O’na ârız olabilecek yokluğun düşünülememesi,  böyle bir şeyin Allah c.c hakkında imkansız olmasıdır.  Nitekim Kıdem de, ezelde geçen yokluğun imkansız oluşudur.  Böylece her iki sıfatın mânâsı O’nun  hakkında yokluğun imkansız  oluşundan ibaret  olmaktadır. Hülâseten Allah-u Teâlâ zamandan ve mekandan münezzehtir.

Bekâ: “Varlığının sonu olmamak, ebedi olmak” demektir. Allah Teâlâ, bâkidir, ebedidir, dâimdir. Varlığının  sonu yoktur, ne kadar ileriye gidersek gidelim O’nun olmayacağı bir zaman düşünülemez.

Kısaca,  Allah Teâlâ ezelen ve ebeden vardır, mevcûddur. O’nun olmadığı veya olmayacağı bir an bile düşünülemez. Zaten vâcibu’l vücûd (varlığı kendinden ve zorunlu) olması, O’nun kadîm olmasını gerektirdiği gibi, bâki olmasını da gerektirir.  Ezeli olanın, ebedi olması zorunludur.  Bu hususta Hadid sûresine  şöyle buyurulmaktadır:

“ O Evveldir,  Âhirdir,  Zâhirdir,  Bâtındır, ve O herşeyi bilendir “  (Hadid suresi, ayet 3)

Evvel (ilk) = öncesi olmayan , varlığının başlangıcı olmayan, hep var olmuş olan,

Âhir (son) = sonu olmayan, hiç bir zaman yok olmayacak olan  demektir.

Cenâb-ı Hakkın  nasıl önünde ön yok ise, öylece sonunda da son yoktur, çünkü son kendisidir, o bir son sıfatıyla son olmuş değildir. Kendinden gayrı ne ön, ne de son vardır. Ön de, son da kendi olduğu cihetle  (Kıdem) ve (Bekâ) Cenâb-ı Hak için sıfat itibar olunmuşlardır…

Vahdâniyet:  “Allah Teâlâ’nın zâtında, sıfatlarında ve fillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağı bulunmaması, yegâne olması“ demektir. Onun zât ve sıfatları mahlukâtın zât ve sıfatlarına benzemez.  Bu sebeple Hak Teâla misli (benzeri)  ve niddi (benzeri, eşi)  bulunmaktan münezzehtir. İlahlık, yaratıcılık ve vâciblik  (varlığı zorunlu olma) konularında O’nun ortağı yoktur.

Başka bir ifade ile Allah  Teâlâ birdir, tekdir, eşsizdir, ortaksızdır. Bütün bunlar ilâh olmanın gerekleridir.  Vahdaniyetin zıddı olan birden fazla olmak, eşi ve ortağı bulunmak (şirk), Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan sıfatlardandır. Allah  Teâlâ bütün âlemlerin Rabbidir. Her şeyi yaratan , yaşatan, rızkını veren, besleyen, büyüten ancak O’dur. İlâhlıkta tekdir, O’ndan başka bir ilâh, hüküm ve otorite sahibi, kendisine itaat ve  ibadet edilecek, sığınılacak bir başka varlık yoktur..  Bu hususlar birçok Kur’ân ayetiyle sâbittir.

Vahdâniyet sıfatının sırrı olan: Zât, Sıfât ve Ef’âl’in Allah-u Teâlâ hazretlerine mahsus olduğunu bilmek ve bunları mahlukâta nisbet eylememek Tevhid’in özü ve başlangıcıdır.

Muhâlefetün li’l havâdis: “Sonradan olan şeylere benzememek” demektir. Varlıkların tümü Allah Teâlâ tarafından yaratılmışlardır, yâni sonradan olmuşlardır.  Yaratan,  elbette ki yaratılana benzemez.

Allah Teâlâ; gördüğümüz, bildiğimiz şeylere benzemediği gibi, hatırımıza, hayalimize gelen şeylere de benzemez. Dolayısıyla hâdis (sonradan olan) varlıkların özelliklerinden tamamen   münezzehtir.  Kadim olan,  hâdisin kat’iyyen aynı olamaz.  Örneğin, cisim ve şekil sahibi olma, bir mekâna ihtiyacı olma, zamanla kayıtlı olma, yemek, içmek, uyumak, v.b gibi yaratıklara mahsus haller Hak Teâlâ için söz konusu değildir.  Kur’ân-ı Kerîm de şöyle buyurulmaktadır:

“ O’nun benzeri hiç bir şey yoktur.  O, İşitendir, görendir “   ( Şûrâ suresi,  ayet 11’den )

Kıyâm  bi-nefsihi:  “Varlığı kendinden olmak, var olmak için bir başka varlığa ihtiyaç duymamak” demektir.  Yâni, Allah Teâlâ hz.leri  zâtıyla kâimdir. Varlığı zâtının gereği olup başkasından değildir. Var olmak için bir yaratıcıya, bir yere, bir zaman, bir sebebe muhtaç değildir. Başkasına muhtaç olmak (kıyâm bi- gayrihi), Allah hakkında düşünülemez. Çünkü, tüm mahlukâtın kıyâmı Cenâb-ı Hak’ladır.

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes hazretleri  zâtıyla (yalnız başına) kaaimdir. Ayakta (varlıkta) kalmak ve varlığını devam etirmek için hiçbir yönden hiçbir kimseye ihtiyacı yoktur.  Aksine,  her şey O’na muhtaçtır.  Her şey O’nunla kaaimdir, O’nun kaaimliği kimseye bağlı değildir. Başka bir ifade ile, varlığı başkasına bağlı değildir, tüm mahlûkatın  varlığı ise  O’nun varlığına bağlıdır.  Her şeyi ayakta tutan ve koruyan O’dur. O’nun desteği olmadan hiçbir şey ayakta (varlıkta) duramaz ve varlığını devam ettiremez…

Evreni gözlemlediğimiz zaman bazı varlıkların belli yönlerden diğerlerine bağımlı olduğunu, onlara dayandığını görmekteyiz. Örneğin, bazı canlılar hayatta kalmak için bitkilere, bitkiler hayatta kalmak için, güneş ve suya, .. v.b muhtaçtırlar. Bu zincir, yani silsile Allah-u Teâlâ’ya kadar uzayıp gider ve orada kalır. Yani, en son makam, merci O’dur. O’ndan ötesi yoktur.  “Bütün silsilelerin müntehâları (sonu) sırr-ı kayyûmiyetdir “ (1) . Dolayısıyla, direkt veya dolaylı olarak her şeyi ayakta tutan ve koruyan Cenab-ı Haktır. Kısacası :  “Allah-u Teâlâ bizatihi kâimdir, dâimdir, bâkidir. Bütün eşya onunla kâimdir, devam eder ve vücudda kalır, bekâ bulur . Eğer kâinattan bir dakikacık olsun o nispet-i kayyumiyet kesilse, kâinat mahvolur (1) “. ( Lem’alar, Bediüzzaman Said Nursi )

Sübûti  Sıfatlar

Allah Teâlâ’nın Sübûti sıfatları: Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Semi’ (İşitmek), Basar (Görmek)  ve Kelâm (Söylemek) dır. Bir de Tekvin (Yaratmak) sıfatı vardır ki, bazı ilmihallerde bu da Sübûti sıfatlar başlığı altında zikredilmekle beraber, burada ayrıca ele alınacaktır. Sübût’un lügat anlamı görünmek, ortaya çıkmak demektir.

Allah-u  Teâlâ’nın isim ve sıfatları ezelidir, başlangıcı yoktur ve  ebedidir, sonu yoktur. O’nun  hiçbir ismi ve sıfatı hâdis (sonradan olan,  yaratılmış) değildir. Misal, Allahın c.c hayatı ezeli ve ebedi olarak zâtındandır, O’ndan bir an bile ayrılmaz ve  O’nun hayatı başkalarından faydalanarak da meydana gelmemiştir. O’nun sıfatlarından bir sıfat ve isimlerinden bir isim  sonradan var olmaz.  Zira Allah sübhanehu ve Teâlâ  zâtında Vâcibü’l Vücûd’dur. Zâtında ve sıfâtında tam kemâl sahibidir. Eğer O’na bir sıfat sonradan gelmiş olsaydı veya zâil (yok) olacak olsaydı, bu kemâlde noksanlık olurdu. Noksanlık ise  Allah-u Teâlâ hakkında muhaldir (imkansızdır). Öyleyse  Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarının hepsi ezeli ve ebedidir.

Allâme  Aliyy-ül Kâri “Fıkh-ı Ekber şerhi” nde Allah-u Teâlânın sübûti sıfatları hakkında şöyle buyurmaktadır:  “Allah-u Teâlâ sıfatlarıyla ezeli olduğu gibi aynı zamanda ebedidir. O sıfatlar kendisinden ebediyyen zâil olmaz. Mahlukatın sıfatları bunun aksinedir, yani ezeli ve ebedi olmayıp  sonradan olmuş ve fânidir. Oysa,  yüce Allahın  c.c sıfatları O’nun zâti ile  ezelde kaimdir ve aynı zamanda bâkidir, ebedidir. O’nun sıfatları kemâl üzeredir. O’nun sıfatları (zâtında sonradan meydana gelmek sûretiyle) hâdis değildir. İntikal ve bozulmayı kabul etmez.

Cenâb-ı  Hak ezeli ve ebedi olan hayat sıfatı ile diridir. O,  ezeli ve ebedi olan Kudreti ile kâdirdir. Kudret O’nun ezeldeki sıfatıdır. Kendi kelâmı ile konuşucudur. Kelâm O’nun ezeldeki sıfatıdır. Allah-u  Teâlâ konuşucudur, emredicidir, yasaklayıcıdır, haber vericidir. Vahiy, Cenâb-ı  Hakkın kelâm sıfatının bir örneğidir.  Allah-u Teâlâ’nın kelâmı harf ve seslerden oluşan kelâm cinsinden değildir.

Allah-u  Teâlâ ezelde ilmiyle bilicidir. İlim O’nun ezeldeki sıfatıdır. Allah-u Teâlâ’nın ilmi ezelidir, ebedidir,  artmak veya eksilmekten münezzehtir. Yani, Cenâb-ı Hak geçmişte cehaleti icap ettiren, sonra da elde edilen ilimle değil, ezeli sıfâtı olan ilimle bilicidir. İnsanlardan âlimlerin ilmi ise böyle değildir. Onun ilmi cüz’iyyat, külliyat, mevcudat (var olan şeyler)  ve ma’dûmattan (var olmayanlar, yok’lar) , mümkinat  ve müstehilattan (mümkin olmayanlar)  her şeyi ihâta etmiştir (kapsamıştır). O, ezelde ilim sıfatı ile mevcuttur, kadim olan ilmi ile her şeyi bilir. Allah c.c olanı bilir. Olmayanı da, şayet olmuş olsaydı, nasıl olacağını da bilir.  Yaratıcı olanın âlim olmaması imkansızdır.

“ Hiç yaratan bilmez mi? Çünkü O Latifdir, Habirdir “     (Mülk suresi, ayet 14)

Latîf:   Herşeyin tüm inceliklerini ve sırlarını bilen,

Habir:  Herşeyden haberdâr olan, demektir

Allah-u Teâlâ ezelde mütekellim (konuşucu)  idi, halbuki Musa aleyhisselâm ile daha konuşmamıştı. Mahlûkatı yaratmazdan önce ezelde Hâlik idi. Mahlukat ve mevcudat yok iken  O’nda hâlıkiyyet ve rubûbiyet sıfatları var idi. Allah-u Teâlâ yaratmayı murad ettiği vakit muhakkak vukû bulacak şekilde hâlik idi. Başka bir ifade ile,  Allah-u Teâlâ mahlûkatı yarattığı andan itibaren  “hâlık”  (yaratıcı)  ismini almış değildir. Mahlûkat yaratılmadan önce de Cenâb-ı Hak  “hâlık” ismi ile vasıflanmaktaydı.  Yâni ezelde, mahlûkat olmadığı halde Allah-u zül celâl hz.leri yaratma kudretine sahipti…” (Aliyy’ül Kâri)

Diğer sıfatlar da bu bahsedilenlere  göre kıyaslanabilir…

Ehl-i Sünnet inancına göre bu  (sübûti) sıfatlar, Cenâb-ı Hak’kın ne aynıdır, ne de O’ndan gayrıdır.  Bu hususta İmam Rabbani hz. şöyle buyurmaktadır: “Yüce Hakkın sıfatları Zât-ı Akdes’in (pek mukaddes zâtının) aynı olmadığı gibi, elbette zâid (ilave) olup Onun zâtından gayrı da değildir..”

Sübûti sıfatların böylece  genel özelliklerine temas ettikten  sonra,  HAYAT- İLİM-İRÂDE- KUDRET- SEMİ’ -BASAR- KELÂM sıfatlarına  biraz daha ayrıntılı olarak bakalım :

1- Hayat:   Hayat sıfatı bütün diğer sıfatların esası ve anası hükmündedir, bu itibarla “ Ümmü’l sıfât” olarak tâbir olunur. Hayat bulunmayan yerde  diğer sıfatların hiçbiri mevcut olmaz, diğer sıfatlar ancak hayat sıfatı ile kaim olurlar.

Hayat,  “diri ve canlı olmak” demektir. Yüce Allah c.c diridir, canlıdır. O , ezeli ve ebedi bir hayata sahiptir.  Hayat sıfatının zıddı olan  “ölü olmak”  Allah c.c hakkında düşünülemez. Kurân-ı Kerim’de   Allah’ın Hayy (diri) olduğunu, hayat sıfatıyla vasıflandığını  bildiren çok sayıda âyet vardır. Misal :

“ O Hayy’dır (daima diri dir) ; O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur “    (Mümin suresi, âyet 65)

Canlıların tümünün diriliği Allah Teâlâ’nın hayat sıfatının bir yansımasıdır. Bu sıfat yansığı müddetçe mahlukât  “Hayy” dır, yani canlıdır, diridir;  yansıma kesilince  “hayat” biter, yani ölürler:

“ O, hem hayatı veren (dirilten)  hem de öldürendir…”            (Mümin suresi, âyet 68)

Yukarıda beliritildiği üzere,  Cenâb-ı Hak (Hayy) dır, ama bir hayat sıfatı ile  (Hayy) olmuş değildir, O’nun hayatı zâtidir, o itibarla hayat sıfatı O’nun zâtında zâtının aynıdır.

2- İlim:  “Bilmek“ demektir. Allah Teâlâ her şeyi bilir. Olmuşu, olmakta olanı, olacağı, gerek topluca gerekse tek tek , ayrı ayrı bilir.  Gizli olanı da bilir, açıkta olanı da bilir.  İlim sıfat da – diğer sıfatları gibi-  ezeli ve ebedi olduğu için,  Allah  Teâlâ  ezelden ebede kadar  olacak her şeyi  küll  (bütün)  olarak da, cüz (parça parça)  olarak da bilir. Allah’ın ilmi  bütün yaratıkları ezelden ebede kadar kuşatmıştır, hiçbir şey O’nun ilminin dışında kalmaz:

“ .. Allah’ın herşeye kâdir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz “   (Talak suresi, ayet 12’den)

O, yok olan şeyi yokluk hâli ile bildiği gibi, onun nasıl vücûd bulacağını da bilir. Var olan şeyi de varlık hâli ile bildiği gibi, onun nasıl yok olacağını da bilir. O’nun bilmediği, bilemeyeceği  bir şey  olamaz; kezâ  ilim  sıfatının zıddı olan cehl (bilgisizlik) de  Allah c.c  hakkında düşünülemez.

Allah’ın c.c ilmi  yaratıkların ilmine benzemez. Yaratıkların ilmi  hâdis (sonradan) dır, artıp eksilebilir, son bulmaya mahkumdur. Mesela, cahil bir kişi  çalışarak zaman içinde bilgisini arttırabilir, bir müddet sonra da – ör.,  bir hastalık  neticesinde – öğrendiklerinin  hepsini unutabilir, yani sahip olduğu ilmini kaybedebilir.  Allah Teâlâ ise  bütün bu yaratıklara mahsus hallerden münezzeh (pâklanmış, yüce) dir.  O’nun ilmi sonradan öğrenilerek (hâsılı tahsil ile) meydana gelmiş  değildir.  Cenâb-ı Hak’ka tecdid-i ilim nispet edilmesi,  yâni O’nun ilminin  – öğrenmek suretiyle- yenilendiğinin iddia edilmesi, mûcib-i küfürdür. Çünkü O, ezelen ve ebeden ilim sahibidir. O’nun ilmi  artmaz, eksilmez, son bulmaz. İlim Hak teâlânın sıfatlarından biri olduğu için ne biter, ne tükenir, ne de yok olur; ucu bucağı olmayan bir deniz gibidir.  Maddi ve manevi bütün ilimler O’nundur.

3- İrâde:  “Dilemek, bir şeyi  yapmaya veya yapmamaya azmetmek“ demektir. Allah Teâlâ irâde sıfatıyla bir şeyin olmasını veya olmamasını; olacaksa  nerede, ne zaman,  ve ne şekilde olmasını  tayin eder: “ Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman  ona sözümüz sadece “Ol !” dememizdir. Hemen oluverir “                (Nahl suresi, ayet 40)

İrâde sıfatı  Allah  Teâlâ’nın ezelde zâtıyla kaaim bir sıfattır. O ezeli ve ebedi irâdesiyle dilediği bir şeyi yapar, yaratır; dilemediğini de yapmaz, yaratmaz:

“ Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar “             (Hac suresi 14. ve 18inci ayetlerden)

Ancak,  Allah Teâlâ’nın dilemesi biz insanların ki gibi –hâşâ– keyfi olmaz, mutlaka  bir hikmeti vardır. Mesela,  insanların ve  bütün mahlukâtın rızkını veren O’dur. Fakat bu rızıkları dilediği ölçüde indirir, çünkü Allah Teâlâ hiç çalışmadan kulları rızıklandırsaydı, bu sefer insanlar yeryüzünde  sadece fesad ve bozgunculuk yaparlardı: “ Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı)  dilediği ölçüde indirir… ”                     (Şûrâ suresi, ayet  27’den)

Cenâb-ı  Hakk’ın dilediğini yapması, aynı zamanda  O’nun sonsuz kudretine delâlet etmektedir.  Çünkü yeterli gücü ve kudreti olmayan dilediğini yapamaz. Örneğin, bir insan ne kadar zengin, güçlü, makam ve mevki sahibi, v.b olursa olsun dilediği herşeyi yapamaz. Bazı maddi engeller veya başka kimseler, güçler  onun dilediğini yapmasına engel olurlar. Ancak Allah-u Teâlâ için böyle bir şey söz konusu değildir ve olamaz. Çünkü O’na karşı durabilecek veya O’na mâni  olabilecek başka hiçbir kimse,  güç veya kuvvet  yoktur. O, bir şeyi yapmayacaksa da, yine ancak kendisi  istemediği, irâde buyurmadığı için yapmaz; yoksa başkası  O’na asla engel olduğu için değildir.

Kısacası, herşey O’nun irâde ve meşiyyeti ile (dilemesiyle)  olur. İstediği olur, istemediği olmaz. Her ne isterse yapar. İstemezse hiçbir şey olmaz.

4- Kudret:

“Gücü yetmek” demektir. Allah Teâlâ sonsuz bir güç ve kudret sahibidir. O’nun herşeye gücü yeter. O’nun güç yetiremeyeceği, zorlanacağı hiçbir şey yoktur:

“ Şüphesiz ki Allah, herşeye kaadîr (gücü yeten) dir. “      

Kadir, “ âciz olmayan, her şeye kayıtsız şartsız gücü yeten”  demektir. Kur’an-ı Kerîm’de birçok yerde geçen bu âyet bizlere Allah-u Teâlâ’nın her şeye tam anlamıyla ve kayıtsız-şartsız olarak gücünün yettiğini bildirmektedir. Allah-u Teâlâ sonsuz güç, kuvvet ve kudret sahibidir. O’nun güç ve kudretine bir sınır yoktur. Güç, kuvvet ve kudreti eksiksiz, noksansız ve mutlak kemâlde olup, irâde ettiği yani dilediği şeyleri yapmasına hiç bir engel yoktur :  “ O dilediğini yapar..”                (Bakara suresi, ayet 253)

Allah-u Teâlâ’nın kudreti zâtî (kendinden)dir. Cenâb-ı Hak için hiç bir şeyde, kudret’in zıddı olan acziyet söz konusu değildir. Çünkü O  sonsuz, tam ve mutlak kudret sahibidir. Bu mutlak  kudret karşısında:  büyük – küçük, az- çok,  cüz’i – külli , .. v.b   o  kudrete nispetle farkları yoktur. O kudret-i mutlaka da mertebeler bulunmaz.  Trilyonlarca ton ağırlığındaki devâsa gezegenleri, zerreler kadar kolay döndürür. Bir iş  başka bir işe mâni olmaz,  hiçbir şey O’na  zor gelmez. Dolayısıyla O’nun kudretine göre en büyük şey, en küçük şeye denktir. Yıldızları yaratmak,  zerreler kadar kolaydır. Bir tane çiçeği yaratmak ile, bahar mevsiminde onbinlerce cins çiçekten milyarlarcasını yaratmak O’ na göre aynıdır, ağır gelmez. Yine, milyarlarca insanın yaratılması veya öldükten sonra tekrar diriltilmesi, ilâhi kudret’e göre tek bir kişinin yaratılması (veya diriltilmesi) gibidir:

“ Sizin (yoktan) yaratılmanız da (öldükten sonra) diriltilmeniz de, ancak tek bir kişi (nin yaratılması ve diriltilmesi) gibidir. ”                     (Lokman suresi, ayet 28)

Kâinat’da her yerde Cenâb-ı Hak’kın kudret eserleri vardır, yeter ki o gözle, iman gözlüğü ile bakılsın… Örneğin, bir damlacık su’dan işiten, gören, konuşan, düşünen, bütün organları yerli yerinde olan; görünüşü, şekli düzgün bir varlık, yani bir insan yaratmak az bir şeymidir?

“ Muhakkak ki biz, insanı katışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan ediyoruz. (Onun için) kendisini işitici ve görücü kıldık… ”                 (İnsan suresi, ayet 2)

Ve, bundan da daha büyük, daha akıllara durgunluk veren şey, Evren olarak isimlendirdiğimiz milyarlarca galaksi ve milyar kere milyarlarca yıldızlardan, gezegenlerden, süpernovalardan, pulsarlardan, kara deliklerden, .. v.b meydana gelen bu muazzam ve muhteşem yapı.. Bunları yaratan bir İlâhın sonsuz bir ilim ve mutlak bir kudret sahibi olması gerekmez mi?

“ O ki, yedi göğü (birbiriyle ahenkli) tabaka tabaka yarattı. Rahman’ın yarattığında hiçbir düzensizlik görmezsin ! Haydi, gözünü çevir (de bir bak), hiçbir çatlak görecekmisin? “                           (Mülk suresi, ayet 3)

5- Sem’i (İşitme):  “Her şeyi çok iyi,  ziyâdesiyle işiten” anlamına gelmektedir.  Allah-u Teâlâ  mahlukâtının bütün seslerini, fısıltılarını, duâlarını, niyazlarını, yakarışlarını  uzaklık ve yakınlık söz konusu olmadan kâmilen, tamamen ve hiç eksiksiz işitir. Bütün varlıkların hepsini aynı anda birden görüp, onlardan çıkan seslerin, yakarışların veya duaların tümünü birden işitmek Cenab-ı Hak’ka ağır gelmez. Canlı veya cansız,  zerreden kürreye,  sayısız mahlukattan çıkan her türlü sesi, sözü, duâyı, yakarışı, çağrıyı, hamd ve tesbihatı eksiksiz duyar.  Birinin sesini işitmek, ötekinin sesini işitmeye mani olmaz. O, bu sesleri asla biribirine karıştırmaz veya şaşırmaz: “ Şüphesiz ki Rabbim (her) duâyı (hakkıyla)  işitendir ..”      (İbrahim suresi, ayet 39)

Allah-u Teâlâ işitmek için herhangibir âzâya veya alete muhtaç olmadığı gibi,  bu sıfatın zıddı olan işitmemek ve sağırlık O’nun hakkında  asla düşünülemez.  Diğer bütün yüce vasıfları gibi, Cenabı Hak’kın  “duyma, işitme“ sıfatı da hududsuz, kayıtsız ve şartsızdır; mutlak kemâl halindedir ve bizlerin her türlü tasavvurunun tamamen dışındadır .. Kısaca söylemek gerekirse, O  ezelden ebede kadar,  kâinatta bulunan  her türlü varlığın  her türlü sesini, sedâsını, duâsını, hamd  ve  tesbihâtını   hiç eksiksiz bir şekilde ve hepsini birden aynı anda  “duyar ve işitir”.  Bunlardan hiçbiri O’nun  Semi’ sıfatının dışında değildir ve hiç biri diğerine engel de olmaz :

“ Şüphesiz Allah işitendir, görendir “     (Hacc suresi, ayet 75 )

6- Basar (Görme): “Her şeyi  çok iyi gören” anlamına gelmektedir.  Allah-u Teâlâ  kâinatın her bir noktasındaki  her  şeyi hiç eksiksiz görür.  Sonsuz büyüklükteki âlemlerin herhangi bir noktasında bir hadise yoktur ki, Allah celle celâluhu onu görmüş ve işitmiş olmasın. Hiçbir şey O’nun görüşünün dışında değildir ve hiç bir şey de  Onun görmesine engel olamaz. İnsanları, cinleri,  melekleri, yeryüzündeki canlıları, göklerde bulunanları, yıldızları, galaksileri, …  veya  sayısız  atomları, elektronları, protonları, molekülleri, .. v.b ,  kısacası her türlü canlı –cansız,  sayısız mahlukâtın  tümünü birden aynı anda görmek ve bilmek O’na ağır gelmez veya bundan dolayı şaşırmaz.  Birini görmek, diğerlerini görmeye engel olmaz.  O’ nun  “ görmesi“ için  uzaklık- yakınlık, aydınlık- karanlık-  küçük – büyük,  .. v.b hiç farketmez. Kısacası, Allah-u Teâlâ  yerlerde ve göklerde, mülk âleminde veya melekût aleminde görülebilecek her şeyi  Basîr sıfatıyla kuşatmıştır ve onları görmektedir. O, bütün kâinatı görerek idare etmekte, evirip çevirmekte, inşa  ve tanzim etmektedir. Yâni, kısaca:   “ ..  Muhakkak ki  O,  her şeyi görendir ..”         (Mülk  suresi, ayet 19)

7- Kelâm: “Söylemek ve konuşmak” demektir. Allah-u Teâla kelâm sıfatına sahiptir. O’nun kelâmı  ses ve  harflerden meydana gelmez; bunlardan münezzehtir ve diğer (sübûti) sıfatları gibi ezeli ve ebedidir. Kelâm sıfatının gerçek mahiyeti bizce bilinemez. Hak Teâlâ  dilediği zaman, kendi ezeli kelâmını kendi şânına layık bir şekilde bazı  kullarına (bazı peygamberlere ve meleklerine) işittirir.  Kelâmın zıddı olan konuşmamak ve dilsizlik, yüce Allah  c.c  hakkında düşünülemez.

Allah -u Teâlâ’nın sıfatları mahlukâtın sıfatlarına benzemediği için, O’nun konuşması bizim konuşmamız gibi değildir. Biz boğaz, dil, dudak ve ağız gibi âletlerle (organlarla) ve harflerle, yani bilinen  şekilleriyle mahrece dayanan seslerle konuşuruz. Allah -u Teâlâ âletsiz ve harfsiz konuşur Çünkü O, zâtında ve sıfatında kemâl sahibidir.  Harfler, âletler  gibi mahluktur. Allah-u Teâlâ’nın kelâmı ise mahluk değildir, bilakis O’nun kelâmı kadimdir. Yani kısaca  Allah -u Teâlâ kendi celâline lâyık olduğu gibi konuşur. Akıl, bunun nasıl olduğunu idrak etmekten âcizdir.

Peygamberlere gelen vahiy de bu kelâm sıfatının bir tecellisidir. Yani,  yüce Allah c.c bu sıfatı ile peygamberlerine kitaplar indirmiş, bazı peygamberler ve melekleri ile de konuşmuştur. Kur’an-ı Kerim ve diğer semâvi kitaplar O’nun sözüdür. Allah c.c kelâm sıfatıyla peygamberlerine söylemiş, emirler vermiştir. Kitap ve şeriatını onlara bildirmiştir; yasaklar koymuş, âhiret hallerini açıklamış,  haberler vermiştir. Bu sıfatla ilgili Kur’ân da şöyle buyurulur:

“ Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi (Cebrâil aleyhisselam) gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O, yücedir, hakîmdir “  (Şûrâ suresi, âyet 51)

 

Tekvin Sıfatı

Tekvin sıfatı  birçok ilmihalde “Sübûti Sıfatlar “ başlığı altında incelenmesine rağmen, yukarıda bahsedildiği üzere, burada ayrıca ele alınmaktadır.

Tekvin;  “yaratmak, yok olanı yokluktan varlığa çıkarmak”  demektir. Gerek  “Mülk âlemi” olarak isimlendirilen Evren’i  ve içindeki tüm varlıkları, gerekse  gözle görülmeyen Melekût  âlemini, yâni kısacası varlık âleminde her ne var ise bunların hepsini yaratan, yâni yokluktan var’lığa çıkaran ve yaşatan sadece Allah-u Teâlâdır:

Allah herşeyin yaratıcısıdır …”     (Ra’d suresi, 16. ayet ve  Zümer suresi 62. ayet)

Yaratmak sadece Allah-u Teâlâ’ya  mahsustur;  O’ndan  başka yaratıcı yoktur:

“ .. Bilin ki, yaratma da emir de O’na mahsustur.. “         (A’râf suresi, ayet 54)

Bu husus Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyette vurgulanmaktadır. Misal:

 “.. Allah’dan başka (kendisine)  yalvarmakta olduklarınız bir sinek dahi yaratamazlar; isterlerse bunun için hepsi bir araya gelsinler! ..”           (Hacc suresi, ayet 73)

O, ezeli ilmiyle bilip dilediği her şeyi sonsuz güç ve kudretiyle yaratmıştır. O’nun sonsuz kudretine göre en büyük şey, en küçük şeye denktir. Yıldızları yaratmak, zerreler kadar kolaydır. Bir tane çiçeği yaratmak ile, bahar mevsiminde onbinlerce cins çiçekten milyarlarcasını yaratmak O’ na göre aynıdır, ağır gelmez:

“ O, bir işe hükmettiğinde, ona ancak “Ol !“ ( Kün) der, o da hemen oluverir “

(Bakara 117, Âl-i İmrân 47 ve 59; En’âm 73, Nahl  40, Meryem 35, Yâsin 82, Mümin 68)

Şunu hemen ifade edelim ki, bu Kün emri bizim ağzımızdan çıkan söz gibi değildir. Cenâb-ı Hakk’ın kâmil kudreti sebebiyle, yaratmak istediği şeyi varlık sahasına kolaylıkla çıkardığını ifade etmek için zikredilmiştir; yoksa Mevlâ Teâlâ’nın kudret sıfatlarıyla yaratma sıfatları arasındaki ilişki,  insan idrakinin ötesindedir.