“ Sizi ancak  boş yere  yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? “  (Mü’minûn suresi, âyet 115)

 

Âhirete iman, imanın altı esasından biridir. Diğerleri ise “Amentü” de belirtildiği üzere, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere,  kadere- hayrın ve şerrin yaratılmak bakımından  yüce Allah’dan –  celle celâluhu – olduğuna inanmaktır. İmanın hiçbir esası diğerinden ayrılmaz çünkü iman bir bütündür; bunlardan birine dahi inanmamak kişiyi iman dairesinden çıkarır ve küfre düşürürür, yâni kâfir eder.

“.. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse o tam mânasıyla sapıtmıştır “             (Nisâ suresi,  âyet 136 ‘dan)

meâlindeki âyet bu hususu açıkça belirtmektedir.

Âhiret, Arapça bir kelime olup “son”, “ sonra olan” anlamlarına gelmektedir. Âhir kelimesinden türemiştir.  Âhir, evvelin aksidir. Buna göre âhiret, dünya hayatından sonra gelecek olan hayat demektir. Kıyâmet kopacak,  içinde bulunduğumuz bu âlem yıkılıp yerine -kudretullah ile-  başka bir âlem olan âhiret âlemi inşa edilecektir. Kurulacak bu yeni âlemde önce Hz. Âdem’den kıyâmete kadar gelip geçen bütün insanlar diriltilerek kabirlerinden çıkarılacaklar, hesap vermek üzere mahşere sevkedileceklerdir. Amel defterlerinin dağıtımı, hak sahiplerine  haklarının verilmesi (kul hakları),  amellerin mizânda tartılıp herkesin hesabının görülmesi, Sırâttan geçiş, Kevser havuzu,  şefâat ve diğer merhalelerden sonra insanlar, kalıcı mekanları olacak olan Cennet veya Cehenneme sevk edileceklerdir. Bunların hepsi “âhiret ahvâli”  olarak adlandırılır.  Bundan sonra  artık Cennette (veya Cehennemde)  insanları ölümsüz ve sonsuz, yâni ebedi bir hayat beklemektedir.

Önemli bir hatırlatma:  Âhirete ait hususlar dünyadakiler ile ölçülmemelidir. Âhiret âlemi başka bir âlemdir. Âhirette olan şeylerin dünyada ancak adları vardır. Oradaki varlıklar o âlem cinsinden olan, o âleme uygun olan varlıklardır. “İsrâfil  Sûr’a nefhedecek, insanların amelleri tartılacak; herkesin defteri ortaya çıkacak,  Sırat köprüsünden geçilecek, Cennette şöyle meyveler,  nimetler var”  dediğimiz zaman dünyada bildiğimiz bir boru, bir terazi, kağıttan bir defter, Boğaz köprüsü gibi bir köprü veya manavdaki mevyelerin aynısı gibi meyveler düşünülmesi son derece yanlış olur!  O âlemde ait olanların hepsi o âlem cinsinden, bekâ âlemine lâyık şeylerdir.  Onların hakikatını , nasıl olduklarını Allah’tan başka kimse bilemez. Onlar bizim bildiğimiz, gördüğümüz şeylerin aynısı değildir, benzerleridir. Biz, bunların asıllarına iman eder, hakikatını ise yüce Allah’a c.c bırakırız.

Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde dünya hayatının geçici, âhiretin ise ebedî olduğu,  yâni asıl hayatın âhiretteki hayat olduğu vurgulanmaktadır:

 “ Bu dünya hayatı sadece bir  oyun ve oyalanmadan ibarettir. Âhiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı”     (Ankebût suresi, ayet 64 )

Ve yine buyuruldu ki:

“ Bu dünya hayatı ancak geçici bir menfaatten ibarettir. Doğrusu âhiret ise asıl kalınacak yerdir “                    (Mümin suresi, ayet 39)

İşte, mümin bir kişi, dünya hayatında yaşarken bu gerçeği hiçbir zaman unutmaz ve izleyeceği yolu, yaşam tarzını bu gerçeğe göre tesbit eder.  Böyle yapmak, bu dünya hayatının ihmal edilmesi demek değildir; ancak âhiret bu dünyada kazanılacaktır, yâni âhirette mutlu olmak dünyadaki yaşayışa bağlıdır. Dünyada yapılan her türlü hayır ve hasenat, sâlih  ameller,  ibadetler,  zikir, fikir  ve  tesbihât ile, bunların zıddı olan her türlü kötü ameller orada insanın karşısına çıkacaktır.  Allah-u Teâlâ’nın emirlerini tutan,  O’nun rızâsını kazanmaya çalışıp  Peygamberine  s.a.v  itâat eden  müminler Cennet ile ödüllendirilirken, bunun aksini yapanlar, yâni Allah’ a c.c  ve Peygamberine karşı gelenler veya onları tanımayanlar Cehennemde ceza göreceklerdir. Onun için Hz Resûlullah  sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz :

“ Dünya, âhiretin tarlasıdır “                       (Aclûni, Keşf-ül Hafâ)

buyurmuşlardır. Yâni  insan burada ne ekerse, orada onu biçecektir; burada yaptıklarının neticesini orada alacaktır. Gelmiş geçmiş binlerce peygamberin hepsi âhiretle ilgili olarak bunları söylemişler, yâni aynı gerçekleri dile getirmişlerdir.

Âhirete inanmayanlar (yâni kâfirler) ise, peygamberlerin bu şekildeki tebliğatına karşı   – yüzyıllardan beridir – hep aynı şeyleri söyleyip durmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm bunları bize haber vermektedir. İşte, bunların bir kısmı :

“ Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirileceğiz)? Bu, akla uzak bir dönüştür “         (Kâf suresi, ayet 3)

Veyahut:

“ Hayat, şu dünya hayatımızdan ibarettir. (kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; bir daha dirilecek de değiliz ”        (Müminûn suresi, ayet 37)

Ve,  yeniden dirilmeye yâni Allah-u Teâlâ’nın vaad ettiğine  “masal” diyenler:

“ Kâfirler dediler ki: Sahi, biz ve atalarımız toprak olduktan sonra, gerçekten (diriltilip) çıkarılacak mıyız? Andolsun ki bu vaad  bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştı. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir ”   (Neml suresi, ayetler 67-68)

Ve yine:

(Kâfirler),”Allah  ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleri ile Allah’a yemin ettiler. Hayır, ölüleri diriltmek Allah’ın kendisine karşı bir vaadidir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler ”                     (Nahl suresi, ayet 38)

Âlemlerin Rabbi olan Allah-u zül celâl ve Tekaddes hazretleri -meâlen – “ Sizleri yeniden dirilteceğim, bu benim  sözümdür“   buyuruyor. O, verdiği sözden -hâşâ- hiç döner mi?

Ve yine:

“ İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek? “ diyor.       (Yâsîn suresi,  ayetler 77- 78)

Ve işte, inanmayanların (kâfirlerin) bu sualinin cevabını yine Kur’ân-ı Kerim veriyor:

“ De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı (gayet iyi) bilir ”                                (Yâsin  suresi, ayet  79)

Allah-u zül celâl hazretlerinin sonsuz kudreti karşısında hiçbir şey zor değildir. Şayet  dilerse, bu içinde bulunduğumuz Evren gibi daha yüzlercesini  bir anda yok edip diğer bir anda tekrar benzerini  yaratabileceği gibi, başka bir âlem olan âhiret’i de öylece meydana getirir:

“ Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı “Ol !” demekten ibarettir. Hemen oluverir “                                   (Yâsin  suresi, ayet  82)

Kısacası ister inansın, isterse inanmasın sonunda herkesin dönüşü Hak  Teâlâ hz.lerine olacaktır, buna hiç şüphe yoktur. Temel  kural: En ufak bir toz zerresi kadar bile olsa, hiçbir iş karşılıksız kalmayacak ve her yapılanın karşılığı mutlaka görülecektir:

“ Yaptığın iş (iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah Latîfdir (en ince işleri görüp bilmektedir), Habîrdir (her şeyden haberdardır) “  (Lokman  suresi,  16.ıncı ayet’den)

İnsan zannediyormu ki,  başı boş kalacak!  Hâş !  Ahsen-i takvim olarak, yüksek vasıflarla yaratılmış insan ya ebedi saadete (mutluluğa)  veya – insan olarak yaratılmanın gereğini yerine getirmiyorsa-  sürekli bir  şekâvete namzettir. Bunun hangisinin gerçekleşeği is , hikmet-i İlâhi gereği kişinin bu dünya hayatında yaptıklarına bağlanmıştır.

Kısacası,  istesin veya istemesin,  her kul mutlaka huzur-u İlâhiye dönecektir. Ancak,  o dönüşün nasıl olacağı çok önemlidir.  Kişinin huzur-u İlâhi’ye dönüşünün  – bu dünya hayatını nasıl geçirdiğine bağlı olarak-  ya said, veya şaki olarak vuku bulacağını Kur’ân-ı Kerîm bizlere haber vermektedir:

 “ Şüphesiz ki  Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için, gerçekten güzel bir dönüş yeri, kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır “.        (Sâd suresi, ayetler 49-50)

Adn cennetlerinde müminler için akla hayale gelmedik, bitmez tükenmez  nimetler vardır. Çünkü ilâhi tecelliyat ezelen ve ebeden devam etmektedir . Orada onlara şöyle hitap edilecektir:

“İşte, hesap günü için  size vaad olunan şeyler bunlardır. Şüphesiz bu, bizim verdiğimiz rızıktır, ona bitmek ve tükenmek yoktur “           (Sâd suresi, ayetler 53 -54)

Ancak,  huzur-u İlâhiye şaki olarak dönenler için ise bunun zıddı vardır:

“ Şüphesiz ki azgınlar için de elbette kötü bir dönüş yeri, Cehennem vardır; oraya girerler. Artık o ne kötü bir yataktır! “                            (Sâd suresi,  ayetler 55-56)

Cehennem,  ilâhi adaletin ve Allah-u Teâlânın azabının tecelli edeceği bir yerdir.

Cehennem’inden Cenâb-ı Hak’ka sığınır ve O’nun, bizleri huzuruna said olarak dönen bahtiyar kullarından eylemesini niyâz ederiz…   Âmîn.

(R.A , Şubat 2017)