Es Settâr, Esmâ-ül Hüsnâ’dandır. Arapça bir kelime olan setr etmek; örtmek, gizlemek, kapamak demektir. Settâr ise çok çok örten, kapatan demektir. Allah-u Teâlâ  “Settârü’l Uyûb” tur, yani  kullarının ayıplarını örten, hatalarını gizleyen, günah ve kusurlarını ortaya çıkarmayıp bağışlayandır.

Rivayet ederler ki Musâ aleyhisselâm zamanında üç gün yağmur duasına çıkılmış. Hazret-i Musâ dua etmiş, yağmur yağmamış. Sebeb-i hikmetinden Cenâb-ı Hakka niyaz ve rica etmiş:

— “ Ya Rabbi, duamızı kabul buyurup yağmur vermedin “  demiş. Hak Teâlâ Hz.leri:

— “ Ya Musâ, aranızda nemmam var “  diye vahy etmiş (nemmam = başkasının ayıbını etrafa yayan, laf taşıyan kimse). Bunun üzerine Hz Musâ:

— ” Ya Rabbi o kimdir? Onu bana bildir, aramızdan çıkarayım ” diye tekrar münacaatta bulunmuş, fakat Hakk Teâlâ  Hz.leri:

— “ Ya Musâ, o kulumu sana nasıl ifşa edeyim ki, benim Settârü’l Uyûb olduğumu bilmezmisin! ”

buyurarak o kişiyi Hz. Musâ’ya bildirmemiş..

Bunun üzerine Hz Musâ etrafındaki topluluğa:  “ Böyle bir kimse varmış, aramızdan çıksın “ diye ilan eder. Tabii o kişi de insanlardan utandığı için aralarından çıkamaz, fakat hatasını anlayıp pişman olur ve Cenâb-ı Hakk’a içtenlikle yönelerek öyle bir tevbe eder ki, tevbesi hemen kabul olunur.  Bunun üzerine o topluluğun da duası kabul olunup yağmur bulutları gelmeye başlar..

Evet, Cenâb-ı Hakk biz kullarının suç ve kabahatlerinin çoğunu setreder, onları açığa çıkarmaz, bizleri  utandırmaz. Şayet bütün kusurlarımız açığa çıksaydı, halimiz nice olurdu? Biz insanlar zayıf yaratılmışızdır,  nefsimize mağlub olup hata yapabilir, günah işleyebiliriz. Bu bakımdan Cenâb-ı Hakk’ın Es-Settâr ismi  kusur ve günahlara karşı bir Rahmet Örtüsüdür. Günah ve hatalarını itiraf ederek kendisine sığınan mümin kullarının kusurlarını setretmek Cenâb-ı Hakkın şânındandır.

İbn-i Ömer radıyallahu anh’dan (Hz. Ömer’in oğludur) rivayet edilen bir hadis-i şerifde Resûlullah  Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz hz.leri şöyle buyurmuşlardır:

“ Kıyâmet günü mümin, Azîz ve Celîl olan Rabbine (mânen) yaklaştırılacaktır, nihayet Rabbi onun üzerine  (mânevi) örtüsünü koyacak ve (kimse görmeden) ona günahlarını ikrar (kabul) ettirecektir.  Sonra: (Bütün bunları) biliyorsun değil mi ? buyuracak,  o da: “Ey Rabbim ! Biliyorum“ deyince, Allah-u Teâlâ:

“ Şüphesiz ki Ben bunları dünyada senin için setr ettim (örttüm), bugün de onları senin için  bağışlıyorum ” buyurur, böylece o kula sevaplarının sayfası verilir.

Kâfirlere ve münafıklara gelince: “ İşte bunlardır Allah’a karşı iftirada bulunanlar! ”  diye bütün mahlûkatın huzurunda onlara seslenilir “

(Rûhu’l Furkan  13/ 81; Müslim, tevbe 8;  başka bir hadis-i şerif : Buhari, mezalim 3)

Mâide sûresinin 12. inci âyetinde ise şöyle buyurulmaktadır:

“ .. Andolsun ki; eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah’a güzel bir borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için yardım ederseniz), sizin kötülüklerinizi mutlaka örteceğim ve şüphesiz sizi altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyacağım.  (O halde) bundan sonra sizden  kim inkâr ederse, artık o doğru yoldan sapmış olur. ”   

Bu âyet-i kerîme de  Cenâb-ı Hakk namaz kılıp zekat veren, peygamberlerine uyan ve başkalarına Allah c.c rızâsı için yardımcı olan, yâni kısaca emirlerine itaat eden mümin kullarının hem  yaptıkları kötülükleri (hataları, günahları) örtüp açığa çıkarmayacağını, hem de onları affedip Cennetlerine koyacağını müjdelemektedir.  Bu âyeti teyid eder mahiyette bir hadis-i kudsi ise şöyledir:

Allah-u Teâlâ buyurdu ki:

“ Af yönünden en büyük, en kerîm olan benim. (Bundan dolayı) dünyada müslüman bir kulun günahlarını örttükten sonra, onu tekrar âhirette meydana çıkarıp da rezil etmem. Benden mağfiret (bağışlanma) dilediği sürece de onu affederim ”     (Râmuz’ül Ehadis, 4078)

Es Settâr ism-i şerifinden bir müslümanın nasibi :

Bir müslümanın bu ism-i şeriften nasibi, başkalarının kusurlarını, ayıplarını araştırıp ortaya çıkarmayıp, aksine onları örten şeklinde bir ahlâka sahip olmasıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

“ Müslüman müslümanın kardeşidir. Müslüman müslümana zulmetmez; onu haksızlık edenin eline de bırakmaz.

Bir kimse müslüman kardeşinin ihtiyacını yerine getirirse, Allah da ona yardım eder.

Bir kimse bir müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da ona mukabil Kıyâmet günü’nün kederlerinden birini giderir.

Bir kimse din kardeşinin ayıbını örterse, Allah da Kıyâmet’de onun ayıbını örter. ”

(Riyâzüs Salihin, 242 ; Buhari, Müslim)

Bu hususun zıddı için ise Muhiddin Arabi hz.leri  şöyle der: “Bir müslüman, mümin kardeşini tahkir eder, küçük düşürür ve mahcup ederse, Allah’da o büyük günde, yardıma muhtaç bulunduğu günde onu rezil eder”.

Tesettür

Tesettür setr kökünden türemiş bir kelime olup örtünmek, kapanmak  demektir. Fıkıh deyimi olarak ise kadınların veya erkeklerin başkalarının görmesi haram olan yerlerini kapatmaları demektir. Tesettür (örtünme, kapanma) sadece kadınlara değil, erkeklere de farzdır. Bundan dolayı bir erkeğin -yalnız bile olsa- çıplak yıkanması (veya  ufak mayo ile denize girmesi) mekruhtur; ilmihal kitaplarında belirtilen şekilde giyinmesi lâzımdır.

Kadınların tesettürü ise Ahzab ve Nûr sûrelerinde geçen âyetlerle emredilmektedir. Örneğin kadınlara hitâben Ahzab suresinde:

“  .. eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın .. !  “         (Ahzab sûresi, ayet 33)

buyurulmaktadır. Bilindiği  üzere “cahiliye devri” olarak adlandırılan İslam öncesi Arap toplumunda kadınlar açık saçık kıyafetler giyerler, bu şekilde çarşıya pazara giderler ve erkeklerle beraber gezip dolaşırlardı. İslam ile birlikte bunlar yasaklanmıştır.

Hz. Peygamber s.a.v Efendimiz ise:

“ Hayâ (utanma duygusu) güzeldir, fakat hanımlarda daha güzeldir “

(500  Hadis-i şerif, Ömer Nasuhi Bilmen, No: 153)  

buyurarak müslüman hanımların özellikle edepli ve hayâlı olmaları gerektiğini vurgulamıştır. Açık saçık giyinmemek, böylece vücudunu erkeklere sergilememek ise, hiç şüphesiz ki hayâlı olmanın en önemli unsurlarından biridir. Bizim ninelerimizin hepsi abdestli, namazlı ve tesettürlü kadınlardı. Zaten açık saçık giyinmek ecnebilerin âdetidir, bize de yakın tarihte Avrupa’dan geçmiştir. Bilinçli bir müslüman hanım ise ecnebileri taklit etmez, aksine Allah’ın celle celâluhu ve Resûlünün emirlerini uygulayarak ecnebilere örnek teşkil eder.