Din büyükleri demişlerdir ki, Allah-u Teâlâ’nın sevdiği ve râzı olduğu bir kul olabilmek için sabır elbisesi giymek lâzımdır. Başka bir ifade ile sabır makamına erişemeyen, Allah-u zül celâl hazretlerinin rızâsına ulaşamaz. Bu, olmazsa olmaz bir şarttır. Onun için bir kulun mutlaka sabırlı olmayı öğrenmesi lâzımdır. Kur’ân-ı Kerîm’de yetmişten fazla ayette sabırdan bahsedilmiş ve sabredenler övülmüştür. Keza, “Es- Sabûr” (çok sabırlı) ismi şerifi, Allah-u Teâlâ’nın Esmâ-i Hüsnâ’sındandır.

Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz üç çeşit sabır olduğunu söylemiştir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“ Sabır üçtür: Tâatte (ibadette) sabır,  musibete sabır ve masiyetten (günah işlememek için) sabırdır. Her kim musibete, onun sevabını düşünerek güzel bir tahammülle karşılık verinceye kadar sabrederse Allah o kimse için cennette üçyüz derece yazar. Her kim tâate (ibadetlerin meşakkatlerine) tahammül ederek sabrederse, Allah o kimse için cennette altıyüz derece yazar. Ve her kim masiyeti (günahları) terkederek sabrederse, Allah o kimse için cennette dokuzyüz derece yazar “.      (Deylemi, Firdevsü’l Ahbar)

Açıklama

1. Musibetlere sabır:

Bu, sabrın en alt derecesidir. Başına gelen musibetlere -şikayet etmeden- sabır ve tahammül gösterenlere Cennette üçyüz derece vardır. Allah-u Teâlâ bu dünyanın bir imtihan mahalli olduğunu, herkesi ve özellikle müminleri imtihan edeceğini, sabredenlere ise büyük mükafatlar hazırladığını birçok Kur’ân ayeti ile beyan buyurmaktadır. Örnek:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (geçim sıkıntısı, fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”  (Bakara,155)

Müminlere gelen imtihanlar onların mânevi derecesine göredir. Derecesi yüksek olanın, imtihanı da daha çetin olur. Ancak ne kadar çetin olursa olsun, mümin başına gelen musibetlere sabretmek zorundadır. Çünkü musibetlere sabretmemek bir yönüyle Cenâb-ı Hakk’ın fiillerini tenkit ve rahmetini kınama ve hikmetini beğenmemek anlamlarına gelir…

“Onlar, başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz“ derler. İşte Rabb’leri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır”      (Bakara  suresi, 156-157)

Peygamber Efendimiz s.a.v. müminin başına gelen her türlü musibet, sıkıntı veya hastalıkların esasında onun için bir rahmet vesilesi olduğunu, bu şekilde Cenâb-ı Hakk’ın o müminin günahlarını affedeceğini veya derecesini yükselteceğini  bildirmiştir. Örnek, bir hadis-i şerifte:

“Allah’ın rızâsını kazanmak için amel eden bir müslümana isabet eden büyük küçük her musibet, hatta ayağına batan bir diken bile, ya böyle bir musibetten başka şeyle affedilmeyecek günahları içindir, yahut böyle musibete sabretmeksizin kavuşamayacağı yüksek dereceye ulaşması içindir”      (Bureyd el Eslemi r.anh’dan ,Tergib ve Terhib c. 6)

buyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur:

“Allah; yorgunluk, üzüntü, ağrı ve sıkıntı veren herşey sebebi ile müminin günahlarını affeder“        (Ebu Said el Hudri r.anh’dan, Tergib ve Terhib c. 6)

2. İbadetlere sabır:

Allah-u Teâlâ’ya itaat ve ibadetlerde, yani dînî vecibeleri gereği gibi yapmak için sabırlı olmaktır. Bu hususla ilgili ayetlerden biri:

“ O’na ibadet et ve O’na ibadet etmekte sabırlı ol .. “      (Meryem suresi, 65)

Namaz, oruç, hac, zekat gibi ibadetlerini hiç bırakmadan, aksatmadan sabır ve sebat ile devam edenlere Cennette altıyüz derece vardır. İbadet üzere sabır, kişiyi en büyük makam olan kulluk makamına sevk eder. Kulluk makamında en yüksek derece ise Allah’ın c.c. sevdiği ve râzı olduğu bir kul olmaktır. Erzurumlu İbrahim Hakkı hz.leri şöyle buyurmaktadır:

“Sabır neticesinde tâata muvaffak olunur; ahlak güzelliği, huzur ve Allah’a yakınlık hâsıl olur. Sabırlı olan kimse, kötü sonuçlarla karşılaşmaktan; sızlanma, ümitsizlik ve endişelerden, dünya meşakkatlerinden, ahiret azablarından, nefsin arzularına uymaktan, düşmanlarla boğuşmaktan ve nice bin belâdan kurtulup murâdına erişir. İki cihan saadetiyle rızâ (Allah’ın kaza ve kaderine râzı olma) makamına ulaşır. Sabretmeyen kişi ise bunların hepsinden mahrum kalır.” (Marifetname)

3. Masiyetlere sabır:

Günahlara dalmamak, kötülükleri işlememek için nefsine hakim olmak suretiyle gösterilen sabırdır. İslam âlimleri, yukarıdaki hadis-i şerifte de belirtildiği üzere en faziletli sabrın masiyetlere sabır  olduğunu ifade etmişlerdir. Masiyetleri işlememek için sabredenlere Cennette dokuzyüz derece verilir.  Zira, insanın arzularına, nefsine hâkim olması çok zordur; nefis  hevâ ve heveslerine dizgin vurulmadan dilediği gibi yaşamak ister. Ancak, nefse hâkim olmadan, onun yanlış yollara sürüklemesine engel olmadan doğru yola yönelmek de mümkün değildir. Dolayısıyla nefse hâkim olmaya çalışmak, günah ve kötülüklerden uzak durmak bir mümin için en öncelikli husustur. Yusuf suresinde:

“Nefs, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder.“    (Yusuf suresi, ayet 53)

Hadis-i şerifte  ise :

“ Senin en şiddetli düşmanın, iki yanın arasında bulunan nefsindir ”

buyurulmuştur. Böylece, Allah (c.c.) ve Resûlü (s.a.v) nefsin şiddetli düşmanlığı hakkında bizleri uyarmışlardır.

Günümüz dünyasında masiyetlere düşmemek için sabretmek oldukça zorlaşmıştır.  Çünkü artık zinâ (nikahsız beraberlik), faiz, içki, .. v.b. birçok günah alenen işlenmekte, bunları yapmayanlar ise toplumun  bir kesimi tarafından “Bu devirde de hâla böyle eski kafalılık olur mu!” denilerek kınanmakta, hatta dışlanmaktadır.  Onun için bu tür sabır gösterenlere  verilecek mükafat da çok büyük olacaktır. Resûlullah s.a.v  Efendimiz böyle günlerin geleceğini sahâbei kirâm hazerâtına şöyle haber vermiştir:

“ Şüphesiz önünüzde öyle günler vardır ki, o zamanda sabır (İslâmı yaşayıp nefsin hilâfına işler yapmak) ateş parçasını avuçta tutmak gibidir (yani, o derece zor ve meşakkatlidir). O günlerde amel işleyene, sizin gibi amel eden elli kişinin ecri vardır “  (R. Furkan,  8/174)

İşte,  bir mümin sabrın bu üç çeşidiyle de âmil olmak için nefsiyle mücahade etmelidir. Ancak nefisle mücahade kolay bir iş değildir. Efendimiz aleyhisselam düşmanla çarpışmayı “küçük cihad”,  nefisle  mücahadeyi ise “büyük cihad” olarak nitelemiştir. O zaman bir mümin, bu büyük düşmanla olan mücadelesini kazanmak için Allah’tan c.c yardım dilemelidir:

“Ey iman edenler, sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir“           (Bakara suresi, ayet 153)

Bu âyet-i celile’den  görüleceği üzere, Cenâb-ı HakK yardımını iki şarta bağlamıştır: Sabır ve namaz.  Sabır insanı hem ruhen geliştirir, olgunlaştırır  hem de güçlendirir. Namaz ise Allah’a kulluğun, teslimiyetin ve nimetlere şükrün en yüksek ifade biçimi ve müslümanca bir hayatın göstergesidir. Ayette zorluklar karşısında insanı hem ruhen hem de dış hayatta güçlü kılacak iki temel ögeden istifade etmemiz emredilmektedir. Bunlar da sabır ve namazdır. İşte bu şekilde kendinden yardım dileyenlere yardım edeceğini HakK celle ve âla hz.leri  vaad etmektedir.

İbrahim Hakkı hz.leri buyururlar ki : “Sabır, her derde devâ olan ve her türlü mazarratı (zararları) def eden çok faydalı fakat acı bir ilaçtır. Sabrın fazileti hakkında şu sana yeter ki: Hakk Teâlâ hazretleri sabrı, kendi Kitâbında (Kur’ân’da) birçok yönden medhetmiştir. Onun için bu güzel huyu ganimet bilip, onu kazanmak için cehd eyle ..”     (Marifetnâme)

Yazımızı bir âyet-i kerime meâli ile bitiriyoruz:

“Allah sabredenleri sever “                   (Âl-i İmrân suresi, ayet 146)