Ehl-i sünnet âlimlerinin gerek Kur’ân âyetleri gerekse hadis-i şeriflerden çıkararak ortaya koydukları, Allah Teâlâ hakkında inanmamız gereken kemâl sıfatları kısaca şöyledir:

Allah-u Teâlâ daima vardır ve  birdir;  ortağı, dengi, benzeri, başlangıcı, bitişi, sınırı ve sonu olmayan birdir. Bu bir oluş sayı ve azlık ile değil, ortağı ve benzeri olmamak iledir.  Onun birliği parçalardan, boyutlardan ve birkaç şeyin birleşmesi ile ortaya çıkan birlikten münezzehtir. O hakiki birliktir, tek’liktir.  O’nun zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, fillerinde ve mülkünde ortağı yoktur.

Allah-u Teâlâ kadim ve ezelidir, yani her şeyden önce var olan ve varlığının başlangıcı olmayandır; bâki ve ebedidir, yani her şeyden sonra varlığı devam edecek olan ve sonu olmayandır. Başka bir ifade ile, O’nun varlığının öncesi ve sonrası yoktur.  O daima vardır ve her an diridir. Varlığı kendindendir, başkasından değildir.  Oysa bütün varlık âlemi O’nun var etmesiyle meydana gelmiştir ve   varlıklarını devam ettirebilmeleri için O’na muhtaçtırlar.

Allah-u Teâlâ cisim değildir. Çünkü cisim çeşitli şeylerden (cüzlerden , maddelerden) meydana gelir.  Şayet Cenâb-ı Hak cisim olsaydı bir yer işgal etmesi ve çeşitli şeylerden meydana gelmiş olması ve birtakım şekillere bürünmesi icab ederdi ki,  yüce Allah c.c bu gibi hallerden münezzehtir. Keza, cisim noksanlık veya fazlalık kabul eder. Durum böyle olunca Allah’ın c.c varlığına bölünme veya artma- eksilme isnad edilmiş olur ki, bu Allah’ın c.c vahdâniyetine aykırıdır.

İmam Fahruddin-i Râzi şöyle demiştir:  “ Mücessem (Allah’ı zihninde bir cisim olarak) tasavvur eden, Allah’a asla ibadet etmemiştir. Çünkü o, zihninde tasavvur ettiği sûrete ibadet ediyor. Allah-u  Teâlâ bundan münezzehtir. “

Allah-u Teâlâ cevher veya araz değildir. Kâinata baktığımız zaman ya cevher veya araz görürüz. Cevher, parçalanma kabul etmeyen bir parçadır.  Diğer cisimler bu cevherden meydana gelir. Araz ise kendi başına var olmayan, ancak başkası ile birleştiği zaman var olabilen bir şeydir. Renk, tad, koku, ses, .. vb. gibi.  Misal: Gül’ün kendisi cevherdir, rengi ve kokusu ise arazdır (Ancak bu görüş madde planıdadır; aslında bütün Evren yaratılmış olması itibariyle arazdır).  Allah Teâlâ  ise bütün bunlardan münezzehtir, yâni cisim, cevher, a’raz, ceset (vücut), suret, cüz veya mürekkeb (birleşik cisim) değildir.. Şekil, ölçü, hudut, sayı ve parçalanma kabul etmez.  Herhangi bir yer işgal etmediği gibi, mürekkeb ( birleşik)  ve sonu olan bir varlık da değildir.

Allah-u Teâlâ hakkında bir başlangıç veya bir son,  zaman, yokluk, değişme, şekillenme, herhangibir şeye benzeme, kalıba bürünme, renk alma veya çoğalmak, uzamak, kısalmak, daralmak, genişlemek, sayılmak, parçalanmak, uzuv sahibi olmak, çeşitli maddelerden meydana gelmiş olmak, var olmak için herhangi bir unsura muhtaç olmak düşünülemez. Kur’ân-ı Kerim ve hadislerde  Allah-u  Teâlâ hakkında zikredilen yüz, el, istiva (yer işgal etmek), sevinmek, yakınlık, uzaklık gibi sıfatların aslına inanırız, keyfiyeti hakkında fikir yürütmeyiz. Dalâlette olan mezhepler gibi,  âyetler müteşâbih olduklarından dolayı zahiri ile hükmedemeyiz. Bu hususta ehl-i sünnet âlimleri güzel açıklamalarda bulunmuşlardır. Maddi yakınlık ve uzaklık, havada olmak, âlemin içinde veya dışında bulunmak yüce Allah c.c hakkında mümkün değildir. Onun yakınlığı veya uzaklığı mânevi yakınlık ve uzaklıkdır. İtaatkâr kişi O’na yakın, âsi ise O’ndan uzaktır.

O; yemek, içmek, uyumak , giyinmekten; aileden, evlattan, doğmak ve doğurmaktan tamamen münezzehtir.  Gökte ve yerde değildir; ne herhangibir mekan, ne de yönler O’nu ihâta edemez.  Zaman ve mekandan münezzehtir. Zaman, an, gece ve gündüz Onun üzerinde cereyan etmez. Sağda, solda, önde, arkada, üstte ve  altta değildir; her yönden münezzehtir:

“ Doğu da Allah’ındır, batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (zâtı) oradadır ..”  (Bakara suresi, ayet 115)

Yüce Allah c.c  hiçbir mevcûda benzemez, hiçbir mevcud da O’na benzemez.. Yâni Onun asla bir benzeri yoktur, O da başkasına benzemez.  Zâtı, diğer varlıkların zâtına benzemediği gibi, sıfatları da diğer yaratıkların sıfatlarına benzemez.  O, kemâl sıfatlarla vasıflanmıştır.  Sıfatlarının kemâle ermeye ihtiyacı yoktur. Bütün sıfatları noksanlıktan ve zevâlden (son bulma) münezzehtir.

Cenâb-ı  Hakkın bütün isim ve sıfatları ezelidir. Ne isim ve ne de sıfatlarında sonradan meydana gelme diye birşey yoktur. Onun  sıfatları hiçbir yönü ile yarattıklarının sıfatlarına benzemez. Onun bilmesi bizim bilmemize, görmesi bizim görmemize, işitmesi bizim işitmemize benzemez.  Sıfatları Zâtı ile kaimdir. Zâtı ve isimleri gibi, sıfatları da ezelidir, evveli yoktur. Ezelidir, sonu yoktur…

Yüce  Allah c.c herhangi bir şeye hulûl etmediği gibi, Allah’a da herhangi bir şey hulûl edemez.   (Hulûl = Dahil olma, gelip çatma) Bir şeyi içine almak veya bir şeyin içine girmek, bir şeye hulûl etmek Allah’a c.c isnad edilemez. Bu düşünceler Allah’ın “Kıdem” , “Kıyâmun bi Nefsihi” ve “Vahdaniyyet“  gibi Zâti sıfatlarına aykırıdır. Hristiyanlardan bazıları, Allah’ın Zâtının Hz İsa ile birleştiğini veya ona hulûl ettiğini, diğer bazıları da Allah’ın sıfatlarının Hz İsa’ya hulûl ettiğini iddia ederler. Bunların hepsi bâtıl düşüncelerdir. O’nun âlemi ihatası (kuşatması) ilimledir, zât ile değildir. O, hiçbir şeye hulûl edip girmez, bir şeyle birleşmez.

Allah-u Teâlâ  âcizlik, kusur, noksanlıklıklardan ve korku, hüzün, hastalık gibi her türlü hallerden ve insani vasıflardan münezzehtir. Onu uyku ve uyuklama tutmaz. Ölüm ve yokluk Onun hakkında vârid olmaz.  Keyfiyyet, cinsiyyet, hâl, ahvâl, gülmek, üzüntü, tebessüm, güleryüzlülük, keder, sevinç, hüzün, ızdırap çekmek ve acı duymak gibi  şeylerle sıfatlanamaz.  Bunlar cismâni sıfatlardır. O’nun yüce Zâtı bir hâl üzere sâbittir.  Hadiselerden mütessir olmaz.  Gelmek, gitmek, ileri veya geri gitmek, bitişmek, ayrılmak, toplanmak, dağılmak gibi yaratıklara has sıfatlar  Allah c.c hakkında câiz  değildir, bunlarla vasıflanamaz. İnmek, çıkmak, bir yerde karar kılmak, oturmak, kalkmak, yatmak, hareket etmek, sâkin durmak, artmak, eksilmek, büyümek, küçülmek,  .. vb. gibi şeylerle de vasfedilemez.

Unutmak, hata etmek, dehşete kapılmak, bir illet veya hastalığa dûçar olmak, zâfiyet, musibet, meşakkat, zillet, sabırsızlık,  acelecilik,  zillet,  korku, cimrilik ve benzeri gibi haller  yüce  Allah’a c.c isâbet etmez.  Vehimler, şüpheler, zanlar, düşünceler, hayaller  Allah’a c.c isnad edilemez . Bir işi insanlara özgü bir şekilde yapmak  ve halletmek  Allah c.c hakkında  düşünülemez. Allah-u  Teâlâ hakkında mağlub olmak, bir şeye tutkun olmak,  yardımcısı bulunmak, danışacak birine ihtiyaç duymak gibi şeyler de  düşünülemez. Herhangi bir şey ile ünsiyet (yakınlık) peydâ etmeye ihtiyacı yoktur. O, bu türlü insani sıfatların tümünden   münezzehtir.

Allah Teâlâ her şeyi bilendir, O’nun ilmi olmuş ve olacak her şeyi kuşatmıştır. O’nun mâlûmâtının sonu yoktur.  O, her şeyi işitendir, her şeyi görendir. O’nun bilmediği, görmediği, işitmediği hiçbir şey yoktur. İrâde sahibidir; diler ve ne dilerse onu dilediği gibi işler. Hiç kimse O’na hükmedemez; O, herkese hükmeder. O’nun hiçbir şeyi yapması  zorunlu değildir.

Kâdirdir, her şeye gücü yeter. O’na hiçbir iş çetin ve güç gelmez. Bir pireyi yaratmakla, gökleri yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri yaratmak O’nun için aynı şeydir.

Mütekellimdir, yâni kelâm (söz söyleme) sahibidir. Peygamberlere gelen vahiy ve  onlara inen kitaplar kelâm sıfatının gereğidir.  Mükevvin, yani varlık âlemini yoktan var edendir. Bu âlem  (Evren)  yokken O var idi. Dilerse tüm kâinatı bir anda yok eder, sonra bir anda tekrar var eder. Bütün âlemleri ve herşeyi yoktan var eden, kendisi var edilmeye muhtaç olmayan, eşi ve örneği olmayan Allah, birdir, tekdir.

İşte ,  Allah-u  Teâlâ’ ya inanmak  O’nun  yukarıda bahsedilenler gibi yüce sıfatlarını bilmekle olur  çünkü  Cenâb-ı Hakkın Zât-ı Akdesi (Mukaddes Zâtı) , düşünülmekten de anlatılabilmekten de  münezzeh ve yücedir.  Hadis-i  şerifte: “Allah’ın nimetlerini ve nimetleri veren sıfât-ı İlâhiyi düşünün, lâkin Allah’ın zatını düşünmeye kalkışmayın”  buyurulmuştur (Ruhu’l Furkan 4, shf 468; Râmuz 3208).

M. Zahid Kotku hz.leri şöyle buyurmaktadır: “Allah-u Teâlâ’yı hakkıyla bilmek, kimseye müyesser olmamıştır ve büyüklerimiz de; “ Ey Rabbimiz, seni lâyıkı vechile tanımadık” diyerek âcizliklerini ifade eylemişlerdir. Biz O’nu ancak esmâsı  ile kâinâta ve yarattıklarına bakarak, varlığını ve birliğini zâti ve subûti sıfatlarıyla tasdik eder, inanır ve iman ederiz “  (Cennet Yolları, s. 169)