(Ey) Âdemoğlu! Sana yetecek (nimetler) yanındayken, seni azdıracak şeyleri istiyorsun. (Ey) Âdemoğlu, ne aza kanaat ediyorsun, ne de çokla doyuyorsun. (Ey) Âdemoğlu, vücudun âfiyet içinde  ve nefsinden emin bir halde sabaha kavuştuğun zaman, yanında günlük azığın varsa (sana yeter), artık insanları helake sürükleyen dünyaya önem verme  “   (Râmuzu’l  Ehâdis,  No: 68)

Açıklama: Efendimiz aleyhisselâm, bu hadis-i şeriflerinde sadece müslümanlara değil,  “Ey Âdemoğlu” diyerek fark gözetmeden tüm insanlığa hitap etmektedir. Bugün hakiki insanlığı kemiren dertlerin başında gelen şey ne kanserdir, ne de kolera, veba gibi salgın hastalıklar, ne de deprem, tsunami gibi felaketlerdir. Bunlar her ne kadar acı ve istenmeyen şeylerse de çaresi bulunan  hadiselerdir. Asıl dert, kişinin baş düşmanı olan nefsine kanaati öğretip alıştıramamasıdır. Zira kanaatla beraber gelen saadet, selamet, huzur ve rahatlığı başka yerde aramak ve bulmak mümkün değildir.

Eski bilgelerden Eflatun:  “Önemli olan hayatta çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır” diyerek kanaatin gereğine işaret etmiştir.  Alışveriş yaptığımızda market arabasını nelerle doldurduğumuza bir bakalım; göreceğiz ki aldığımız şeylerin büyük çoğunluğu zaruri ihtiyaç maddelerinden değil, ağız tadı, keyf veya nefsimizi tatmin için aldığımız şeylerdir.  Bu husus sadece  yiyip içtiklerimiz de değil; giyim, kuşam, evimizdeki mobilyalar,  elektronik aletler,  süs eşyaları, v.b  her şey için geçerlidir. Kısacası bizler, yani günümüz insanları, birçok lüzumsuz şeyi kendi  kendimize (yapay) ihtiyaç olarak yaratmakta, sonra da bunların esiri olmaktayız.  Onun için eskiler: Köle kanaat ettiğinde, hür olur. Hür tamâh ettiğinde ise köle olur.” demişlerdir ki,  ne kadar doğru bir sözdür. Çünkü, kanaat sahibi olmayan kişi  nefsinin her dediğini yapmaya başlar, onun sözünden dışarı çıkmaz, bu şekilde de sonunda onun kölesi olur.

Şunu hemen ifade edelim ki, kanaat demek, miskinlik demek değildir. “Kanaat, Hak Teâlâ’nın taksimine, verdiğine râzı olup başkasının malında ve servetinde gözü olmayan ve Allahu Teâlâ’nın  verdiğine şükreden bahtiyar kulun halidir ” (M Zahid Kotku). Kanaat sahibi insan, Allah indinde bir değeri olmayan dünya meta’ına rağbet etmez, gönlünü ona bağlamaz.  Kanaatın zıddı  tamah ve hırstır.

Kanaat sahibi kişi tokgözlüdür, kanaatsiz kişinin ise gözü doymaz. Hep daha fazlasını ister. Dünyamızı  bügün içinde bulunduğu kötü duruma getiren âmillerin başında insanoğlunun – ve özellikle batılıların –  bitmek tükenmek bilmeyen açgözlülük,  tamah, hırs ve saldırganlıkları yok mudur?  Tüm Afrika ülkeleri bu amaçla sömürge haline getirilmedi mi? Milyonlarca Afrikalı yerli bu tamah neticesinde  köle yapılıp Amerikalı zengin arazi sahiplerine satılmadı mı?  Yine milyonlarca insanı bir hiç uğruna ölüme sürükleyen dünya harpleri doymayan hırslar yüzünden çıkmadı mı? Günümüzde İslam dünyası para (petrol) ve nüfuz hırsı yüzünden harab edilip aileler paramparça  edilmedi mi?  İşte bunları düşündüğümüz zaman  “âlemlere rahmet “ olarak gönderilen  Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz’in  “Ey Âdemoğlu”  diye hitap etmesinin hikmetleri bir nebze olsun anlaşılmaktadır. Kısacası kanaatsizlik, insanoğlunun (fertlerin ve toplumların) başına çok büyük dertler açabilen, felâketler gelmesine sebep olabilen mânevi bir hastalıktır.

(Ey ) Âdemoğlu! Sana yetecek (nimetler) yanındayken, seni azdıracak şeyleri istiyorsun:   İnsanın yaratılışı ve tabiatı gereği olarak,  zenginlik ve servet  insanları azgınlığa sevk eden en birinci âmildir.  Karnı tok, sırtı pek,  istedikleri  elinin altında olan, kendini ihtiyaçtan vareste gören insan azmaya meyyaldir. Kur’ân-ı Kerim’in ilk nâzil olan  “Ikra, Alak “ suresinde:

“ Hayır, doğrusu insan azar; kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için ” (Alak suresi,  ayetler 6-7)  buyurulmaktadır.

Yani insan kendi kendine yeterli gördüğü ve kendisini müstağni bildiği, muhtaç  görmediği için azar. Tabii Süleyman aleyhisselam veya Abdülkadir Geylani hz.leri gibi zengin bazı zâtlar istisnadır,  bu genel kaideyi bozmaz.  Sahâbeden İbn Mes’ud radıyallahu anh demiştir ki: “İki grup insan hiç doymaz.. Bunlar ilim (dînî ilimler) aşığı ve dünya malı sevdalısı kimselerdir. Ancak bu iki kişi birbirine denk değildir.  İlim aşığı günden güne Allah’ın rızâsını kazanırken, dünya malı sevdalısı ise günden güne azar. “

(Ey) Âdemoğlu, ne aza kanaat ediyorsun, ne  de çokla doyuyorsun: Hakikaten öyle değil mi? İnsan aza kanaat etmediği gibi çoğa da kanmıyor. Hepimizin gardroplarında bulunan çok sayıdaki elbiseler, gömlekler, kravatlar, bluzlar, eteklikler, çantalar, pabuçlar, .. v.b bu hadis-i şerifi doğrulamıyor mu? Özellikle hanımefendiler; yirmi tane elbisesi varken gidip yirmibirinci’yi de almıyorlar mı?. Bu israf, israf ise günah değil midir? Günahın neticesinde cehenneme düşme tehlikesi yok mudur? Onun için elimizdekilerle kanaat ederek cennetin yolunu tutmaya bakmak lâzımdır. Kişiye gerekli olan budur.

Mâlumdur ki Medine döneminde, Efendimiz peygamberlik görevinin yanısıra devlet başkanlığı görevini de üstlenmişti. Şâyet öylesi doğru olsaydı, eşi Hz Âişe’ye (r.anha) – devlet başkanın eşi olarak – en nadide kumaşlardan, ipekten, atlastan elbiseler  yaptırmasını ve onları giymesini söylerdi.  Oysa, ne buyurmuşlar:  ”Ey Aişe ! Bana kavuşmak istersen, dünyadan sana bir yolcunun azığı kadarı ile yetin. Zenginlerle oturmaktan sakın ve bir elbiseyi yamamadıkça eski sayıp çıkarma”  (Tirmiz, Libas).  İhtiyacı olmadığı halde gidip marka mağazalardan pahalı giysiler alanlar bu hadis-i şerif üzerinde çok düşünmelidirler. Çünkü  yapılan israfın yarın âhirette hesabı sorulacaktır.

(Ey) Âdemoğlu, vücudun âfiyet içinde ve nefsinden emin bir halde sabaha kavuştuğun zaman, yanında günlük azığın varsa (sana yeter),  artık insanları helake sürükleyen dünyaya önem verme:  

Yâni vücudun âfiyette, sıhhatin yerinde  üzüntü ve kederlerden uzak; evinde, mesleğinde ve işinde emniyet üzere isen ve o gün geçinecek kadar nafakan da varsa, artık insanları helake sürükleyen dünyaya asla önem verme. İşte, Suriye örneği gözler önündedir. İnsanlar evlerinden barklarından sürülüp çıkarılmışlar, güvenlik yok, her an bombalanma tehlikesi var, PKK eşkiyası şehirlerde kol geziyor, çarşı-pazarlar kapalı,  işyerlerinin çoğu yağmalanmış,  insanlar o gün ne yiyeceğini, rızkını nerden temin edeceğini bilemiyor.. Oysa bizler, hadis-i şerifte belirtildiği gibi, evlerimizde emniyet içinde oturuyoruz, yarın ne yiyeceğiz diye bir endişemiz yok. İşte bu vaziyette yani vücudumuz hastalıklardan sâlim,  işlerimizden – ailemizden   emin , günlük rızkımızı temin etmiş vaziyette  sabahladığımız zaman,  yapmamız gereken ilk şey bizleri âfiyet ve emniyet içinde sabaha ulaştıran Rabbimize şükrederek O’na karşı kulluk  vazifelerimizi yerine getirmeye çalışmaktır.  Bizi HakK’tan meşgul  ve rahatsız eden, nefsâni arzular ve tamahtan ibaret olan dünyaya çok önem vermemek lazımdır. Esas amacımız, bize bir lütuf olarak verilen bu yeni günü, farz  ibadetler başta gelmek üzere- Allah rızâsını kazandıracak sâlih amellerle geçirmek olmalıdır. Bunları unutup da kendimizi tamaha kaptırır ve maddiyatttan başka bir şey düşünmeyerek o günü sırf dünyevi uğraşmalarla – didişmelerle geçirirsek, helak yoluna girmiş oluruz.

Pek çoğumuzun dûçar olduğu mânevi hastalıklardan biri de Cenâb-ı Hakk’ın bizlere lütfettiği nimetlere alışarak onları adeta nimet değilmiş, normal bir şeymiş -hatta müktesep bir hakkımız gibi görmeye başlamamızdır. Misal, her sabah güven içinde ve sağlıklı olarak uyandığımızda,  bize  bu hayatta yeni bir gün lütfettiği için Cenâb-ı Hak’ka şükretmek hiç aklımıza geliyor mu; yoksa bu  “zaten olması gereken normal bir durum” mudur? Veya, akşam eve gelip de ailemizi sağ salim bulduğumuz zaman, yine  Cenâb-ı Hak’ka şükretmek aklımıza geliyor mu; yoksa bu da  “zaten olması gereken normal bir durum” mudur? Veya, markette alışveriş yaptıktan sonra ellerimiz kollarımız yiyeceklerle dolu olarak eve dönerken o nimetleri vereni ve O’na  şükretmenin gereğini içimizde hissedebiliyor muyuz? Yoksa,  bu da  “zaten olması gereken normal bir durum” mudur?  Peki o zaman, dünyanın birçok bölgesinde Afrika’da, Asya’da bir ekmek bile bulamayan, süpürge tohumlarını suyla kaynatıp lapa yaparak yiyen binlerce insanı veya bütün geceyi ağrılar sızılar içinde hastanelerde geçiren yine binlerce hastayı veya  (Halep’te, Hama ‘da , ..v.b olduğu gibi) evine döndüğünde evini enkaz, çocuklarını ise yıkık altında bulan binlerce insanı TVlerden izlemiyor muyuz? Bunları niçin hiç düşünmeyiz? O zaman, düşünelim:

Nice insan var ki, o güne bizim  sahip olduğumuz  nimetlerden mahrum başlamıştır.

Nicesi güven içindeyken, o gün korkarak kalkmıştır.

Nice çalışıp ailesinin geçimini temin eden,  o gün işsiz kalmıştır.

Nice zengin o gün fakir düşmüştür.

Nice gözü gören o gün göz nimetinden mahrum olmuştur.

Nice sağlıklı insan o gün sağlığını kaybetmiştir.

Bizlere ise, bütün bu nimetler o gün yenilenmiştir…

O zaman Rabbimize hamd edelim  ve kanaat sahibi olalım  .. “ Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı büyük ihsan sahibidir, fakat insanların çoğu şükretmezler “ (Bakara suresi, ayet 243) ayetinin mazharı, yani  kendimizi kanaatsiz- şükürsüz bir kul durumuna düşürmeyelim !

İşte, hadis-i şerif’in beyan ettiği hususlar bunlardır… Öncelikle kendi nefsimden başlayarak, günümüz insanı olarak bizlerin bu hadis-i şerif’in beyan ettiği gerçekleri hiç unutmamaya, her dakika  zihnimizde bulundurmaya çok muhtaç olduğumuzu düşünüyorum. Yazımızı  aynı mealdeki (benzer anlamdaki) başka bir hadis-i şerif ile bitiriyoruz:

“ Sizden hanginiz canı  ve malı emniyet içinde, vücudu sıhhat ve âfiyette, günlük azığı da yanında olduğu halde sabahlarsa, sanki bütün dünya kendisine verilmiş gibidir ”  

(Ubeydullah bin Mihsan el Hıtmi, r.anh’dan, Riyazüs Sâlihiyn, No: 513 )

Sadaka Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  (Resûlullah  sallallâhu aleyhi ve sellem doğru söyledi)