Dini kendi şahsi emellerine ulaşmak veya şöhret, para, makam kazanmak için kullanan din adamları (“kötü âlimler”) her devirde olmuştur. Hazret-i Mevlâna ünlü eseri Mesnevi’de böyle kişilerden “din yolunun eşkiyası, yol kesicileri” olarak bahsetmekte ve onlardan şiddetle sakınılmasını tavsiye buyurmaktadır. İmam Rabbani hz.leri de benzer şekilde bu kişileri “Din, iman hırsızları“ olarak nitelendirmektedir. Çünkü kötü âlimlerin insanlara büyük zararları olabilir, o kadar ki, insanların imanını bozup dinden çıkmasına bile sebep olabilirler. İşte, ülkemiz de bu “kötü âlimler”den önemli miktarda nasibini almıştır. Bunların bir kısmının dış ülkeler tarafından desteklendiği ve bu suretle geniş mâli imkanlara (özel tv’ler, yayınevleri, v.b) sahip oldukları da bilinen bir vakıa’dır.
Bir müslümanın en kıymetli varlığı, yâni sahip olduğu en yüksek değer, imanı ve dinidir. Bu eşsiz değeri korumak ve yanlış yollara düşmemek için dinini en doğru (Ehl-i Sünnet) kaynaklardan öğrenmek müslümanın en başta gelen görevidir. Aynı zamanda, bir müslümanın gerçek âlim ile kötü – sahte âlimi ayırd edebilecek kadar dînî bilgiye sahib olması da gereklidir. İşte bu iki hususa dikkat etmeyenlerin, yâni dinini doğru kaynaklardan öğrenmeyen ve kötü (sahte) bir âlimi ayırd edemeyip, onun gerçek mürşid olduğunu zannedenlerin nerelere savruldukları ve ne hallere düştükleri hepimizin gözleri önünde cereyan etmektedir. Bu bakımdan, kötü âlimleri tanımamız ihmal edilemeyecek bir zorunlulukdur.
Alttaki yazımız “kötü âlimler“ (ulemâ’us sû’) hakkındadır.