Allah buyurdu ki: “Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra da onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!” (Bakara suresi, ayet 126)
Ayet-i kerîme, İbrahim aleyhisselam’ın bir duası üzerine inmiştir. Hz İbrahim ilâhi emir üzerine ıssız çölde Kâbe’nin inşasına başlarken, ileride burada bir şehir oluşacağını düşünerek Allah’tan bu şehri, zorbaların saldırılarına karşı güvenlikli bir şehir kılmasını, orada ikamet edecek müminleri de her türlü düşman saldırısı veya doğal âfetlere karşı koruyarak çeşitli mahsüllerle rızıklandırmasını niyaz etti. Buna karşılık Allah Teâlâ sadece müminlere değil, inkârcılara da dünya hayatında geçimlik vereceğini, ama sonunda inkârcıları cehennem azabına süreceğini bildirdi. Âyette Allah’ın (c.c.) inkârcıları cehenneme sürme işi “edtarru” fiiliyle ifade edilmektedir. Bu fiilin masdarı olan ıdtırâr (ıztırar), zorunluluk anlamı ifade etmekte olup “ihtiyar”ın, yani özgür olarak seçmenin zıddıdır. Buna göre insanların imanı veya inkârı seçip ona göre bir hayat yaşamaları onların kendi iradelerine bağlı olmakla birlikte, bu seçimlerin sonucunda hak ettikleri âkıbeti kabul edip etmemek hususunda özgür olmayıp zorunluluğa tâbidirler. Şu halde her kim Allah’ı, âhiret gününü ve diğer iman esaslarını (peygamberlere, meleklere, kitaplara, kaza-kadere iman) inkâr ederse, inkârcılığın (küfrün, kâfirliğin) kaçınılmaz sonucu olarak Allah (c.c.) onu cehenneme sürecektir. Bu, Allah için değil (çünkü O’nun fiilleri hakkında zorunluluktan söz edilemez), fakat kul için kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Çünkü bir insan “Ben imanı (veya inkârı) tercih ediyorum” diyebilir, fakat kâfir olmayı seçmiş biri artık, “Ben cehenneme gitmeyi tercih etmiyorum“ diyemez. İşte bu husus ayette “ıztırar“ kelimesiyle ifade edilmiştir..
Kısacası Allah Teâlâ, inkâr edenleri de dünyada rızıklandırmakta, dünya nimetlerinden diledikleri gibi istifade etmelerine imkan vermektedir. Şu halde dünya nimeti, iman veya küfre bağlı değildir; mümine de kâfire de verilir. Bunlar birer imtihan vesilesidir, hayırlı olup olmadıkları neticeye bağlıdır. Servet ve iktidar, eğer kulluğa vesile olmuş ise o zaman bu, iki cihan saadetidir. Azgınlık, sapkınlık ve küfre sebep olmuş ise ebedi hayatı mahvetmiş, saadet yerine felaket getirmiş olur.
Başka bir ayet-i kerime de ise şöyle buyurulmaktadır:
“Inkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın! Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!”
(Âl-i İmrân suresi, ayetler 196-197)
Bu âyetlerde her ne kadar söze Hz. Peygamber’e hitap eden bir ifade ile başlanmışsa da asıl muhatap ümmetidir. Müfessir Fahreddin Râzi’nin kaydettiğine göre bazı müminler ticaretle uğraşan Mekke müşriklerinin nimetler içinde yaşadıklarını görünce, “Allah’ın düşmanları refah içinde yaşıyorlar, biz ise açlıktan ve takatsizlikten ölüyoruz” demişler, bunun üzerine bu âyetler inmiştir. Bunların zengin yahudilere imrenenler hakkında indiği de söylenmiştir. Âyet, Hz. Peygamber’in şahsında müminleri teselli etmekte ve kâfirlerin yeryüzünde nimetler içersinde dolaşmalarına aldanmamalarını tavsiye etmektedir. Çünkü onlara verilen nimetler ne kadar çok olursa olsun geçici olup yok olmaya mahkumdur, bu sebeple Allah katında hiç bir değeri yoktur. Nitekim 197.inci ayette kâfirlere verilen nimetlerin az bir dünya metaı olduğu ifade edilmiş, daha sonra da varacakları yerin cehennem olduğu bildirilerek dünya metaının kâfirler için cehennem azabına sebep olduğuna işaret edilmiştir. Keza, daha önce geçen 178.inci ayette de “Onlara verdiğimiz fırsat ancak günahlarını arttırmaya yarıyor” buyurulmuştur. Oysa, Allah Teâlâ, müminlere âhirette içlerinde ebediyyen kalacakları cennetleri vaad etmektedir. Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinden başka vaadini mutlaka yerine getirecek kim vardır?
“İman edip sâlih amel işleyenleri ise altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız, orada ebedi olarak kalacaklardır. Bu, Allah’ın hak (gerçek) vaadidir. (Söz verme ve onu tutma bakımından) Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?” (Nisâ suresi, ayet 122)
Sonuç: Bu geçici, fâni dünyanın kısa bir müddet sürecek elemli – meşakkatli nimetleri mümine de kâfire de verilebilir. Çünkü dünya Allah Teâlâ katında değersizdir ve onu talep edip onun için çalışan herkese verilebilir. Sonsuza kadar devam edecek bâki, kalıcı, elemsiz – zahmetsiz âhiret nimetleri ise sadece müminlere (müslümanlara) mahsustur. İmanı olmayan kâfirlerin âhiret nimetlerinden nasipleri yoktur. Ilâhi kanun böyledir. Seçim, insanlara kalmıştır.