İslam tarihindeki ilk muharebe olan Bedir savaşı, Hicretin ikinci yılında  meydana gelmiştir. Kureyş müşriklerinin  baskı, zulüm ve işkenceleri neticesinde Medine’ye hicret etmek zorunda kalan müslümanlar, başta Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz olmak üzere, orada da yahudi ve münafıklarla uğraşmak zorunda kalmışlardı. Münafıklar şeklen müslüman olmuş görünüyorlar, fakat diğer taraftan da müslümanların inançlarını zayıflatmak, onları birbirine düşürmek için her türlü  bozgunculuğu sinsice yapmaktan da geri kalmıyorlardı. Öte yandan Mekke‘deki müşrikler de boş durmuyor, Medine yakınlarına kadar gelip müslümanların mallarına zarar veriyorlar; daha da önemlisi İslam’ın tebliğ edilmemesi, insanlara iletilmemesi için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Müşrikler bunlarla da yetinmemiş, Medine’nin önde gelen şahıslarından Abdullah bin Ubeyy’le görüşerek,  Hz Peygamber sav’i öldürülmesini veya Medine’den çıkarılmasını istemişler, şayet bunlar yapılmazsa Medine’nin bir taarruza uğrayacağını bildirmişlerdi. Kısaca söylemek gerekirse, Kureyş müşrikleriyle Medinedeki yahudi ve münafıklar,  doğal bir ittifak, açık veya gizli bir işbirliği  içindeydiler. Amaç ise, yeni yeni güçlenmeye başlayan İslamiyet’in önünü kesmek, onun mesajının insanlara ulaşmasını engellemek,  “alemlere rahmet” olarak gönderilen son peygamber  Aleyhissalâtu vesselâm Efendimizi etkisizleştirmek ve hatta ortadan kaldırmaktı.

İşte böyle bir ortamda, müslümanlara nihai darbeyi vurmak üzere Kureyş, Şam’a büyük bir kervan göndermeye karar vermişti. Amaç, bu kervandan elde edilecek yüklü gelirle bir ordu teşkil edip  müslümanların üzerine yürümek ve onları yok etmekti. Kureyş önderlerinin hemen hepsinin maddi katılımlarıyla oluşan 1000 develik bu kervan, 50 000 dinar (altın) sermayeliydi (Bugünkü şartlara göre en az 20 milyon USD sermayeli, 1000 kamyonluk bir ticaret filosu). Kervan, Kureyş önderlerinden olan Ebu Süfyan’ın idaresine verilmiş olup, 70 kişilik bir süvari birliği de koruma sağlıyordu. Durumu haber alan Medineki müslümanlar, kervan Mekke’den Şam’a giderken ona engel olmak istemişler, fakat yetişemeyerek Uşeyre denilen mahalden geri dönmüşlerdi.

Bu defa kervanın Şam’dan geri gönüş haberi Medine’ye ulaşmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallalahu aleyhi vesellem Efendimiz, Ramazan’ın 12inci Pazartesi günü 313 kişiyle beraber kervanın yolunu kesmek üzere Medine’den yola çıktı. Karşı çıkılacak kuvvet (70 kişilik süvari müfrezesi) çok büyük olmadığı ve esasen müslümanların da  büyük çoğunluğu -hicret nedeniyle- maddi bakımdan güçsüz  kişiler olduğu için,  yola çıkan bu birliğin donatımı pek azdı. Sadece iki kişi de at, 6 zırh, 8 kılıç, 70 develeri  vardı. Bir çatışma durumunda oklar ile uzun hurma dallarından yapılmış mızraklar ve gerektiğinde taşlar, sopalar kullanılacaktı. Binek yetişmediği için –Hz. Peygamber s.a.v de dahil olmak üzere –  develere üçer dörder kişi nöbetleşe biniliyordu. Yürüme sırası Peygamberimiz sav’e geldiği zaman  “Yâ Resûlullah! Siz binin, biz sizin yerinize yürürüz“ derler, fakat Hz. Peygamber bunu kabul etmeyerek yürürdü..

İlk İslam ordusu sayılan bu birlik, Medinenin birkaç mil dışındaki Büyûtussukyâ mevkiinde ihtiyaç molası vermişti. Oradan ayrılırlarken, Peygamberimiz s.a.v, müslümanların perişan hallerine baktı ve: “Allahım! Onlar yayadırlar. Sen onlara binecek ver! Allahım! Onlar açık ve çıplaktırlar. Sen onları giyindir! Allahım! Onlar açtırlar. Sen onları doyur! Fakirdirler. Sen onları fazl-ı kereminle zengin et!” diyerek dua etti.  Ramazan ayı olduğu için herkes oruçlu idi.. İki gün yola oruçlu olarak devam edildikten sonra Peygamberimiz s.a.v müslümanlara oruçlarını açmalarını emretti;  kendisi de orucunu açtı.

Bu arada, kervandakiler de  müslümanların Medine’den yola çıktığını haber aldıklarından kervanın yolunu değiştirmişler ve ayrıca Mekke’den acil yardım talebinde bulunmuşlardı. Tarihçilerin yazdıklarına göre, yardım çağrısı Mekke’ye geldiği zaman “Kureyş müşrikleri insanları Allah yolundan alıkoymak için, mallarını saçarcasına harcadılar”.  Zenginler, silahı olmayanlar için silah satın aldılar; yiyeceği olmayana yiyecek, bineceği olmayana binecek verdiler. Ör. Tuayme bin Adiy 20 deve (günümüzün 20 kamyon’u)  yiyecek yükledi, geri kalanlara da yardım etti. Abdullah b. Ebi  Rebia  500 dinar (altın)  ortaya koydu, .. v.b. Bu şekilde, kısa sürede yaklaşık 1000 kişilik bir ordu teşkil ettiler. Bu ordunun 200’ü atlı, 700’ü develi, diğerleri de yaya idi. Zırh, ok, mızrak, kılıç gibi her türlü savaş aleti ve silahları tamdı. Bütün Kureyş ulularının katıldığı bu ordunun komutası Ebu Cehil’de idi. İki gün içinde hazırlıklarını tamamlayıp defler çalıp rakkâseler oynatarak bir karnaval havasında, tantanalı bir şekilde yola çıktılar. Onların bu hâli, Kur’an da:

“Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar gibi olmayın ! ..”             (Enfal suresi, ayet 47)

buyurularak tenkit edilmekte  ve “onlar gibi olmayın !”  denilmektedir.  Dolayısıyla bir müslümanın  hiçbir zaman gösteriş, kendini beğenmişlik, şımarıklık içinde olmaması, aksine takvalı, ihlas sahibi ve her zaman hakkın, hakikatın yanında olması gereği ayet meâlinden anlaşılmaktadır. Şeytanın kandırmacalarına kapılıp da bu tür davranışlar sergileyenlerin akıbetlerinin ise iyi olmayacağı, zaten kısa bir süre sonra ortaya çıkacaktı ..  (Enfal , 48)

 

“GERİ  DÖNÜN!“

Bu arada, çok zeki bir kişi olan Ebu Süfyan, rotasını  Kızıldeniz tarafına doğru çevirerek kervanı müslümanlardan kaçırmıştı. Mekke’ye bir haberci göndererek kervanın selamette olduğunu, artık gelmelerine gerek kalmayıp geri dönebileceklerini bildirdi. Fakat başından beri Kureyş’i müslümanlara karşı kışkırtan Ebu Cehil buna karşı çıkarak:

“Vallahi, Bedir’e (ki her sene orada panayır kurulur, toplanılırdı) varmadıkça dönmeyiz! Orada üç gün kalırız. Develer boğazlayıp, yemekler yeriz. Cariyelere şarkılar söyletip eğleniriz! Başımıza toplanacak Araplar, bizi dinler ve seyrederler. Bundan sonra da artık hep bizden korkarlar. Haydi, ilerleyiniz!”

diyerek  ordunun geri dönmesine engel oldu. Daha sonra da, hatta savaşın başlayacağı son gün dahi kendisini bu işten vazgeçirmeye çalışanlara hep engel oldu. Gücüne güvendiği için, müslümanların çoğunu öldürüp geri kalanını da esir edeceğine ve bu şekilde İslam’ı engelleyeceğine inanmaktaydı :

“Hani, şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım, dedi…”        (Enfal suresi, ayet 48)

Böylece  Bedir’e geldiler. Fakat  harbin  sonucunda  zafer şarapları  yerine ölüm kadehlerini yudumladılar,  cariyeler de şarkı söylemek yerine ağıtlar yakıp ağlaştılar…

 

İKİ TÂİFEDEN (Topluluktan)   BİRİ

Kervanı araştırdığı sırada, yolda Zefiran vadisinde Kureyş’in büyük bir ordu ile kervanı kurtarmak üzere Medine’ye doğru yürümekte olduğunu haber alan Resûlullah (s.a.v.) durumu müslümanlara anlatarak:

“Kureyş Mekke’den çıkmış, üzerimize doğru geliyor. Kervanı mı takip edelim, yoksa Kureyş ordusunu mu karşılayalım?“ diye istişarede bulundu. Kendisinin arzusu, Kureyş ordusu ile karşılaşmaktı. Ancak büyük çoğunluk Medine’den savaş hazırlığı ile çıkılmadığını öne sürerek kervanın takibini istediler (Bkz: Enfal suresi 5.ve 6.ıncı ayetler).

Resûlullah s.a.v’in bu duruma üzüldüğünü gören Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer sırayla ayağa kalkarak, Kureyş ordusuna karşı çıkmanın daha uygun olacağını savundular. Daha sonra söz alan Mikdad bin Esved ise:

“Ya Resulullah! Biz sana kavminin Hz. Musa’ya  “Sen ve Rabbin gidin ve düşmana karşı savaşın. Biz burada oturup bekleyelim“ (Maide suresi, 24) dedikleri gibi demeyiz! Biz senin sağında, solunda, önünde, arkanda çarpışırız. Allah ve Resûlünün emri ne ise ona itaat ederiz. Sen nereye gidersen, oraya gideriz“ dedi.

Hz.  Peygamber s.a.v bu konuda ensar’ın düşüncesini de almak istiyordu. Ensar adına konuşan Sa’d bin Muâz da :

“Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana iman ettik. Getirdiğin Kur’anın hak olduğuna şehadet ettik. Sözlerini dinlemeye ve itaat etmeye, düşmana karşı seni korumaya söz verdik. Sen nasıl istersen öyle yap. Seni hak peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip dalsan, biz de dalarız; hiç birimiz geri dönmeyiz. Biz düşmanla savaşmayı, harpte sebat göstermeyi biliriz. Allah’a güvenerek düşman ordusunun üzerine gidelim!”  dedi.

Resûlullah s.a.v bu konuşmadan son derece memnun oldu.

“Öyleyse haydi, Allah’ın bereketine yürüyünüz. Size müjdelerim ki, Allah iki tâifeden birini (kervanın ele geçirilmesini  veya Kureyş ordusunun yenilgisini)  bize vâdetti. Zafer bizim olacaktır. Ben şimdiden Kureyş reislerinin harp meydanında yıkılacakları yerleri görüyor gibiyim”  buyurdu.

Sonra da Bedir’e doğru hareket ettiler. Bu olay Kur’an-ı Kerîm de şöyle anlatılmaktadır:

“O vakit Allah size, iki tâifeden birinin (kervan veya müşrik ordusu) sizin olacağını vâdediyordu. Siz ise güçlü olmayanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz; halbuki Allah sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu. Ki günahkarlar istemese de, o hakkı gerçekleştirsin (İslam’ı iyice sabitleştirsin) ve bâtılı (şirk ve küfrü)  ortadan kaldırsın…”                               (Enfal suresi 7.inci ve 8.inci ayetler)

Bu ayet-i kerîmelerden anlamaktayız ki, Allah-u Teâlâ şirk ve küfrün ortadan kalkmasını, İslam’ın güçlenmesini ve hakkın gerçekleşmesini murad ediyordu. Bunun için de İlâhi planda zayıf ve donatımsız müslümanların, güçlü ve tam donatımlı müşrik ordusuyla karşı karşıya gelmesi takdir edilmişti…  Peki ama, ellerinde sadece 8 kılıç, iki at bulunan müslümanlar, ikiyüz’ü atlı olmak üzere zırhlı, kılıçlı, mızraklı, tam donatımlı bin kişilik bir orduyu nasıl yeneceklerdi?  Cevap: Madem ki Cenab-ı Allah vaad etmiştir, elbette yapacaktır. Sebepleri yaratacak, emrini (hükmettiği şeyi) yerine getirecektir:

“Allah emrinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler…”   (Yusuf suresi, ayet 21)

 

BEDİR 

17 Ramazan 2 H (13 Mart 624 M)  Cuma sabahı iki ordu Bedir’de karşılaştı. Her iki taraf da yüzlerce kilometre uzaktan geliyordu. Aylar öncesinden o gün, orada buluşmak için sözleşmiş olsalardı dahi – şayet ezelde takdir edilmemiş olsaydı –  yine  bir araya gelemezlerdi. Ancak,  Allah-u Teâlâ’nın ezelde hükmettiği iş yerine gelecek,  zayıf ve güçsüz müslümanlara  Cenab-ı Hak’kın yardımı ulaşacak, onlar bunu apaçık bir şekilde müşahade edecekler;  bunun sonucunda kendilerinden kat kat güçlü müşrikleri yenecekler ve böylece  bâtıl’ın (şirk ve küfrün) arkası kesilecek, Hak ortaya çıkacaktı. Yani kısaca söylemek gerekirse, Bedir günü  “Furkan günü“ (= Hak ve bâtıl’ın ayrıldığı gün ;  Enfal suresi, 41)  olacaktı.  İşte bu hikmetlerden dolayı, her iki ordunun Bedir’de karşılaşması mukadderdi…        

“Hani siz vadinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler; kervan da sizden daha aşağıda idi.  Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilafa düşerdiniz. Fakat Allah hükmedilmiş bir işi yerine getirmek, helak olanın açık bir delille helak olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı).. “   (Enfal suresi, ayet 42)

Sadece bu kadar da değil… Allah-u Teâlâ, Enfal suresinin diğer ayetlerinde (11, 43 ve 44.üncü ayetler) buyurduğu üzere,  yağdırdığı yağmur ile susuz bulunan müslümanların su ve gusül ihtiyaçlarını gidermiş, onların gönüllerine sükunet ve rahatlık vererek hafif bir uykuya dalmalarını sağlamış ve her iki tarafı da birbirinin gözünde az göstermişti… Böylece müslümanların moralleri yükselmiş,  kendileri için  ölüm-kalım demek olan bu savaşta, Allah’ın  yardımına sonsuz güven duymaya başlamışlardı.

 

SAVAŞ BAŞLIYOR

Savaş başlamadan az önce müşriklerin lideri Ebu Cehil:

Ey Allah! Bizimle akrabalık ilgisini keseni, bize bilmediğimiz ve tanımadığımız şeyleri getireni sen helak et!” diyerek – kendince- sevgili Peygamberimize (s.av) beddua etti ki,  bu şekilde esasında  kendine beddua etmiş oluyordu…  Sonra, ordusunu müslümanların üzerine doğru harekete geçirdi.

Kureyş ordusu kum tepeleri üzerinden adım adım müslümanlara yaklaşıyordu. Manzara pek hazindi. Allah-u Teâlâ’nın rahmeti eseri olarak insanlığa gönderdiği hak dinin temsilcisi olan şu bir avuç kahraman, tepeden tırnağa kadar kuşanmış, demir zırhlar içinde,  silahlı koca bir şirk ordusunun karşısına çıkıyordu. Tevhid dininin sonsuza dek yaşaması, üstlerinde doğru dürüst giysileri, ayakkabları  dahi  bulunmayan şu birkaç kişinin fedakârlıklarına  bağlı idi. Tevhid dininin rehberi, Hakkın sevgili Peygamberi bu manzara karşısında ellerini huşû içinde semâya kaldırmış, Rabbine karşı sürekli niyaz hali içindeydi:

“Allahım ! İşte Kureyş bütün gurur ve azametleriyle geliyorlar. Sana meydan okuyor, Resûlünü yalanlıyorlar. Yâ Rabb, peygamberlerine yardım edeceğine dair ahdini, bana verdiğin zafer vaadini lütfet… Allahım, şu bir avuç mümin helak olursa, bu günden sonra yeryüzünde sana ibadet ve kulluk edecek kimse kalmayacak…”

diyerek dua ediyordu…

Resul-i Ekrem s.a.v. kendinden geçerek, vecd içinde o kadar çok dua etmiş ve ellerini öylesine semâya kaldırmıştı ki, sırtından ridasının düştüğünü fark etmemişti.  Hz. Ebu Bekir ridasını yerden alıp sırtına koyarak:

“Yâ Resulullah, yetişir artık. Duan arşı tıtretti!  Allah vaadini yerine getirecektir“ dedi. Hz Peygamber s.a.v.’in bu halini gören ashab heyecandan ağlıyorlardı. Nihayet Resûlullah s.a.v:

“Toplulukları bozulacak, arkalarını dönüp kaçacaklar…”   (Kamer suresi, 45)

ayetini okuyarak çadırdan çıktı.  Yüce Allah celle celâluhu yardımını böylece müjdelemiş, zaferin müslümanların olacağını bildirmişti.

Savaş başlarken Hz. Peygamber s.a.v. yerden bir avuç toprak ile küçük taşlar alıp “yüzleri kara olsun“ diyerek düşmanların üzerine atmıştı. O parçacıkların her biri Allah’ın izniyle müşriklerin gözlerine ve burunlarına girip onları sersemletmiş ve hücuma kalkmak üzereyken geri çekilmişlerdi. Bu mucizeden Kur’an-ı Kerim de :

“… attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı…”       Enfal suresi,ayet 17

diye bahsedilmektedir.

İşte, Kureyş ordusu bu gibi hallerden dolayı sarsılmış olduğu için,  Hazret-i Peygamber s.a.v artık hücum için emir verdi. Ve buyurdular ki:

“Her kim bugün düşmandan yüz çevirmeyip de direnir ve şehid olarak ölürse, Allah onu cennete koyacaktır. Bugün şehid olanlara Firdevs cenneti hazırdır ve melekler beklemektedirler…”

Hazrec kabilesinden Ümeyr bin Hümam radıyallahu anh, o sırada elindeki hurmaları yemekte idi. Cennet müjdesini işitince:

“Oh, oh, cennete girmek için, şu adamların elinde ölmekten başka bir şey lazım değil mi?  Pek iyi öyleyse!” diyerek hemen elindeki hurmaları yere atarak kılıcını çekti ve şehitliğin güzelliğine dair beyitler okuyarak  düşmana hücum etti. Artık geri dönmedi, birçok müşriki öldürdükten sonra kendisi de şehid olarak cennete gitti. İslam ordusunda çarpışarak şehid olan ilk kişi işte bu Umeyr r.a dır. (daha önce de Mihcâ r.a uzaktan atılan bir ok ile şehid olmuştu). .

İşte, sahabe böyledir… Hz. Peygamber’in bir sözü ile parasını veya malını değil, en kıymetli, en aziz varlığı olan canını dahi tereddütsüz ortaya koyabilen, demir gibi bir imana sahip kişilerdir…  Allah c.c onlardan râzı olsun, bizleri de şefaatlerine nail eylesin…

 

MELEKLERİN YARDIMI     

“ Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır “  (Fetih suresi, ayet 7)

 

Bedir günü, sevgili Peygamberimiz başta olmak üzere bütün ashab Allah -u Teâlâ’ya karşı sürekli dua ve niyaz hali içindeydiler. Nihayet Cenab-ı  Hak onların dualarını kabul ettiğini bildirdi :

“Hatırlayın ki siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu…”   (Enfal suresi, ayet 9)

Rivayetlere göre  bu melekler kır atlar üzerinde, beyaz elbiseli ve beyaz sarıklı insanlar şeklinde görülmüştür. Meleklerin sayısının önce üçbin,  sonra da beşbine kadar çıktığı Âl-i İmrân suresinin 124 ve 125.inci ayetlerinde bildirilmektedir.

Acaba melekler  müslümanlara nasıl yardım etmişti? Bu hususta Allah-u Teâlâ Enfal suresinde şöyle buyurmaktadır :

“Yine o vakit Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: “ Şüphesiz ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere sebat verin! İnkar edenlerin kalplerine korku salacağım; haydi vurun (onların) boyunlarının üstüne!  Ve vurun onların bütün parmaklarına !”         (Enfal suresi, ayet 12)

Bu ayet-i kerîmeden anladığımız kadarıyla melekler hem müslümanlara mânen destek olup onlara moral vermişler, hem de harbe fiilen de iştirak etmişlerdir. Rivayetlere göre müşrikler müslümanlarla çarpışmaya giriştikleri zaman, sert, ufak taşların madeni taslardan çıkardıkları sesler gibi metalik sesler gökten ve yerden gelmeye başlamıştı. Bu sesler müşriklerin etraflarında çınlamakta ve onların yüreklerine korku salmaktaydı…

Sahabeden Sehl bin Huneyf r.a’da şöyle demiştir: “Bedir gününde herhangi birimiz bir müşrikin başına kılıcımızı çaldığımız zaman, kılıç daha onun başına erişmeden başının bedeninden ayrılıp yere  düştüğünü görüyorduk…“

“ .. Bu onların Allah’a ve Resûlüne karşı gelmelerinden dolayıdır. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki, Allah azabı şiddetli olandır…”  (Enfal suresi, ayet 13)

 

SONUÇ:  HAKK’IN  BÂTILA  ZAFERİ

Cuma sabahı erken saatte başlayan savaş öğle vaktinde sona ermişti. Müşrikler harp meydanında 70 ölü, 70 de esir bırakarak kaçtılar. Öldürülenlerden 24’ü müslümanlara en çok düşmanlık eden  Kureyş liderlerindendi. Ebu Cehil de öldürülürken:

“Muhammede (sav) söyleyin, şimdiye kadar onun düşmanı idim. Şimdi düşmanlığım bir kat daha arttı! “  diyerek ne kadar azılı bir İslam düşmanı olduğunu bir kez daha ispatlamıştı. Müslümanlardan ise şehid düşenler sadece 14 kişiydi. Oysa, baştan beri müşrikler müslümanların çoğunu öldürüp, geri kalanları da esir edeceklerine kesin gözüyle bakıyorlardı. Gerçekten de iki taraf arasındaki sayı ve güç farkına bakıldığında –maddi şartlar bakımından-  bundan başka bir sonucun ortaya çıkması mümkün görülmüyordu. Ancak onlar işin mânevi cephesini, müminlerin iman gücünü; Cenab-ı Hakkın irade ve yardımını hesaba katmıyorlardı.  Oysa,  Allah-u Teâlâ irade ettiği zaman, işler değişir. Herşey O’nun iradesine, dilemesine, takdirine bağlıdır.. O’nun yardım ettiği kişiyi veya topluluğu hiç kimse yenemez (yeter ki, O’nun yardımına  layık olabilelim). Bunun tarihte -en son Çanakkale savaşları ve Milli Mücadele dahil  olmak üzere- sayısız örneği vardır.

“… Allah dilediğini yardımı ile kuvvetlendirir. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için gerçekten bir ibret vardır. “                                          ( Âl-i İmran suresi, ayet 13 )

 

Yazımızı  bir hadis-i şerif ile bitiriyoruz:

Cebrail aleyhisselâm , Hz. Peygamber  sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek sordu :

— İçinizde Bedir’e katılanları nasıl sayarsınız ? Resûlullah :

— Müslümanların en faziletlileri sayarız, buyurdu (veya buna benzer bir söz söyledi). Cebrail:

— Biz de meleklerin Bedir’de hazır bulunanlarını öyle addederiz , dedi ..

(Bedir’de hazır bulunan Zürekî Rifâa b. Râfi radiyallahu anh’dan, Buhari)

 

KAYNAKLAR

 

1- İslam Tarihi, M Asım Köksal

2- Peygamber Efendimiz, Ahmed Cevdet Paşa (çeviri. M. İz, E. Düzdağ)

3- Peygamberimizin Hayatı,  İrfan Yücel

4- Hazret-i Muhammed s.a.v,  A. Himmet Berki, O. Keskioğlu

5- Ruhu’l Furkan ve Elmalılı tefsirleri başta olmak üzere, çeşitli tefsirler

(R.A; Şubat 2011)