“ İyi bilin ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur “  (Ra’d suresi, ayet 26)

İşte görüyoruz, bazı kişiler bulundukları topluma göre ortalamanın çok üzerinde iyi bir refah düzeyinde yaşıyorlar, her istedikleri alıp yiyebiliyor veya giyebiliyorlar, icabında binlerce lira harcayıp   tatillere gidebiliyorlar veya başka ülkelere seyahatlere çıkabiliyorlar; ama ne yapsalar  hep huzursuz, hep tatminsiz,  hayatından şikayetçi ve dolayısıyla da mutsuz.. Hatta bunun bir aşama daha ilerisinde, sahip oldukları maddi imkanlar ve mevkileri ile neredeyse hayatta her istediklerini yapabilecek konumda olan ünlü zenginler, krallar, petrol şeyhleri ve benzerleri.. Onlar da mutsuz.. Bundan birkaç sene önce dünya güzeli seçilen bir kadın ile evlenen .. ülkesi kralının, eşinden boşandığı geçenlerde gazetelere düşmüştü. Demek ki mutluluk krallık, para, makam, mevki, v.b ile olmamakta imiş…

O halde düşünmek gerekir:  Mutlak mutluluk var mıdır, varsa insanlar buna nasıl ulaşacaklardır? Başka bir ifade ile, insanlar elemsiz bir mutluluğa nasıl kavuşacaklar, nasıl  huzur bulacaklardır?

 

İşte, insanların ve bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah Teâlâ hazretleri bu husustaki ilâhi kanunu açıklamaktadır: “ Kalpler ancak zikrullahla (Allah’ı anmakla) huzur bulur “. Âyet-i  kerimede bahsigeçen Kalp , vücudumuza kan pompalayan organ değildir, Türkçede Gönül  de denilen ve sevgi hissinin merkezi kabul edilen mânevi bir latifedir. İşte bu “Kalp” mânevi bir latife olduğu için maddi şeylerle huzura eremez, onun huzura ermesi ancak yine kendi cinsinden olan mâneviyatla olur ki, o da ancak Zikrullah = Allah’ı c.c anmaktır.

Zikrullah, yani Allah Teâlâ’yı anmak hem çok kolaydır, zahmetsizdir, masrafsızdır hem de sevabı pek çoktur. Güzel bir çiçeği görünce “Ya Rabbi, ne güzel yaratmışsın, Sübhanallah!“ demek O’nu zikretmektir. Yemeğe başlamadan önce “Ya Rabbi, bu nimetleri veren ancak Sensin!“ deyip de Allah’ın (c.c.) adı (Bismillah) ile yemeğe başlamak, bitirince de “Ya Rabbi verdiğin nimetlere şükreder  hamdederiz, elhamdülillah” demek,  bunların hepsi Cenâb-ı Hakkı zikretmek demektir.

Ancak Zikrullah’ın en başta gelenleri ise namaz kılmak ve Kur’ân-ı Kerîm tilâvetidir.  Kur’ân ve namaz Rabbimizden insanlara gönderilmiş ilâhi hediyelerdir. Cenâb-ı Hakk’ın Mûsâ aleyhisselam’a “ Beni zikretmek için namaz kıl ”  diye vahyettiği Kur’ân da beyan buyurulmuştur (TâHâ  suresi, ayet 14). Namaz, niyaz, dua, zikir, fikir (tefekkür), Kur’ân tilâveti ve benzerleri ile Allah (c.c.) anılmadan  – başka bir ifade ile – Allah Teâlâ’yı unutarak,  kişinin (gerçek anlamda) huzura kavuşamayacağı, yukarıdaki âyet-i kerîme ile sâbittir.

Her hususta olduğu gibi bu hususta da örnek almamız gereken kişi Aleyhisselâtu Vesselam Efendimizdir.  Gece-gündüz,  yatarken-kalkarken, otururken-yürürken,  savaşta-barışta, evde veya seferde .. kısacası her yerde ve her zamanda onun Allah’ı anmadan geçen bir ânı bile yoktu.

BU ANLATILANLAR İMAN EDENLER (MÜMİNLER) İÇİNDİR . İMAN ETMEYENLER İÇİN DURUM DAHA FARKLIDIR:

İnançsızların ise  dünyanın  geçici ve elemli lezzetleriyle kısa bir müddet  huzur bulabilecekleri, fakat bunun sonunun hüsran olacağı  “ Onlar dünya hayatına râzı olup onunla huzur buldular ” âyet-i kerimesi ile  Yunus suresinde beyan buyurulmaktadır :

“ Şüphesiz ki bize kavuşmayı ummayan,  dünya hayatına râzı olup onunla tatmin olanlar ve âyetlerimizden gâfil olanlar var ya,  işte onların kazanmakta oldukları (günahlar) sebebiyle  varacakları yer ateştir. “                      (Yunus suresi, ayetler 7-8)

Tefsirdeki açıklama:

“ Bize kavuşmayı ummayanlar ”, yani öldükten  sonra dirilip hesap vermeyi beklemeyenler, buna inanmayanlar, “dünya hayatına râzı olup“, yani az, değersiz ve fâni olan dünya hayatını, yüksek  ve bâki olan âhirete  tercih ederek  “onunla  rahata  erenler“, gayretlerini dünya zevklerine ve süslerine tahsis ederek onda huzur bulanlar veya ondan rahatsızlık duymayan kimsenin sükûnetiyle  dünyada  sükûnet ve huzur bulanlar, dünyanın binasını sağlam yapanlar ve uzun emellere düşenler … Ecelin her an  gelebileceğini hiç düşünmeyip, sanki dünyada ebedi kalacakmış gibi dünyada karar kılan kimseler.. “ ve ayetlerimizden  gâfil olanlar ”, o ayetlere aykırı işlere daldıkları için onları düşünmeyenler  “ var ya”, “ İşte onların kazanmakta oldukları (günahlar) sebebiyle varacakları yer ateştir “.

Allah-u Teâlâ bir hadis-i kudsisinde de şöyle buyurmuştur:

“ Üç kimseye şaşarım. Cehenneme inanıp, onun kendisinin peşinde olduğunu bildiği halde kişinin nasıl gülebildiğine; dünyadan ayrılacağını bildiği halde onunla tatmin bulan kimsenin onunla nasıl huzur bulduğuna; kendisinden gaflet edilmediği halde kendisi gaflet eden kimsenin nasıl oyalanıp eğlendiğine şaşarım “    (Münavi, Ruhu’l Beyan  c8, s. 42)

Bu hadis-i kudsi ve yukarıdaki ayet-i kerimelerden anlaşılacağı üzere inançsız bir kişi belki dünya hayatındaki nimetlerle de geçici bir huzura kavuşabilir, ancak sonu hüsran olacaktır. Çünkü ölümle birlikte bu nimetlerin hepsi elinden çıkacaktır. Artık  âhirette onu acıklı bir azâb beklemektedir. Oysa, Allah’ı (c.c.) anarak (zikrullah ile) huzura eren müminlerin huzur, rahat ve mutlulukları bu dünyada olduğu gibi, ahirette de aynen devam eder.  Çünkü  artık  “ Onlar için korku ve üzüntü yoktur.. ” :

“ İyi bilin ki, Allah’ın dostları için korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de .. “ (Yunus suresi, ayet 62)